14 Ekim 2011 Cuma

AŞKA VE GÜZELLİĞE ADANAN KENT: APHRODISIAS

Güzelin ve aşkın tanımı insandan insana, şehirden şehre, bölgeden bölgeye, ülkeden ülkeye ve kültürden kültüre değişirken; gün olur, tapınılası bir kavram hâline gelir. Herkes kendi inandığı güzelliğe tapmaktadır tapmasına ama öylesine bir tapınmadır ki bu, tüm marifetini ortaya koyarak, ona en layık eserleri çıkarmak üzerine bir yarıştır sanki. Her yarış gibi bunun da bir kazananı vardır elbet ve işte o galip, Anadolu’nun bir köşesinde, sessiz ve gururlu bir şekilde yaşamaya devam etmektedir; güzelliğin ve aşkın somutlaşmış hâli, günümüz insanının gözüne görünür olmak için usulca beklemektedir. Somuttan soyutlaşmış, aşk olmuş, Aphrodite olmuş; soyuttan somutlaşmış, Aphrodisias olmuştur. Aphrodite’in tarih sayfalarında geçen ne kadar güzel tarafı varsa, sanki hepsi bir bütün olmuş ve Aphrodisias Antik Kenti olmuştur.



Aphrodite, güzellik ve aşk tanrıçası olarak yücelmiş, birileri Zeus’un kızı olduğuna inanmış, diğerleri deniz köpüklerinden meydana geldiğine. Adına yapılan tapınaklar, onu resmetmeye kalkanlar, taştan betimlemek için çaba harcayanlar arasından sıyrılarak yükselmiş adına adanan kent. Her yerinden güzellik ve zarafet akan Aphrodisias Antik Kenti, aşkın en değerli hâlini, güzelliği yücelten hâlini aktarıyor insanoğluna.



Beyazlar giymiş Aphrodisias, aşkın ve güzelliğin saflığını vurgularcasına ve ardından, yeşille kuşanmış; doğayla, tabiatla bütünlüğünü ortaya koymak istercesine. Bir adam, geri dönüşü olmayan adımını atmış bu kente, koklamış tüm yaşanmışlıkları; ayakkabılarına bulaşan ak toz bulutlarından pembe hayaller kurmuş, gerçeğe dönüştürmek üzere. Tüm bunlar olurken tarih, 1961 yılını göstermekteymiş; yani tüm yaşananlardan 5000 yıl sonrasını... 1961 yılından, öldüğü 1990 yılına kadar geçen tüm ömrünü, bu kenti ortaya çıkarmaya ve onu bilinir kılmaya adayan Prof. Kenan Erim, o gün kurduğu pembe hayallerin bugün gerçeğe dönüşmüş hâlini seyrederek huzur içinde uyumaktadır, yine antik kentin içinde kendisi için yapılmış olan mezarında. Böylece, Aphrodisias Antik Kenti, sadece Aphrodite’i değil, onun sembolize ettiği güzelliği barındıran bir insanı da bağrına basmıştır.



Aphrodisias Antik Kenti, tıpkı Aphrodite gibi, âşık eder her göreni kendine. Onun büyülü güzelliğine boyun eğmeyecek ve ona âşık olmayacak, bu güzelliği görüp de “Ülkemizin en güzel antik kenti!” demeyecek tek bir kişinin dahi çıkacağını sanmıyorum. Adım attığınız her köşede bir başka güzelliği ile sizleri şaşkına çevirecek kadar büyük bir zenginliği içinde barındıran Anadolu topraklarında Aphrodisias Antik Kenti, gerek tarihsel ve görsel niteliklerinin etkisiyle, gerekse ülkemizdeki az bulunur seviyede korunmuş kollanmış hâliyle, diğer antik kentlerden farklı bir örnek olarak yer almaktadır.



Bir zamanlar Karia Eyaleti’ne başkentlik yaparak hizmet de vermiş olan Aphrodisias Antik Kenti, Nazilli’nin 38 km güneyinde, Geyre Köyü yakınlarındaki 520 hektarlık oldukça geniş bir alanı kapsamaktadır. Adını taşıdığı tanrıçanın ihtişamını vurgulamak istercesine, buradaki yapıların her biri ayrı bir görkem ve güzellik saklıyor içinde. Devasa boyutlu kalıntıların görkemi altında ezildiğini hissediyor her ziyaretçi.



Kent, güçlendiği ve her geçen gün ihtişamlı yapılarına bir yenisinin eklenmesiyle gitgide güzelleştiği Roma dönemine kadar, farklı isimlerle tarih sahnesindeki yerini alıyor: Lelegonpolis, Megapolis ve Ninoi. Roma imparatorluğunun güçlenmesiyle, kent de kalkınıyor ve Aphrodisias adını alıyor.



Böylesi bir kente hayat verebilmek, elbette ki sanatçı bir ruhun varlığını gerekli kılıyordu. Bu sanatçı ruh, Aphrodisias halkının neredeyse bütününde yaygın bir iş koluydu aslında; doğuştan sanatçıydı onlar. Bu insanlar, kendi kentlerine yaptıkları yapılar ve heykellerin dışında, heykeltıraş okulunu da kurarak, dönemin en ünlü kentlerinden birisi hâline gelmesini sağladılar Aphrodisias’ın. Sadece yakın yerlerden değil, ülke sınırlarının dışından da ziyaretçilerin geldiği, eğitim aldığı ya da siparişler verdiği bir merkez hâline geldi Aphrodisias. MÖ 1. yy’dan, tarihteki önemini yitirmeye başladığı MS 7. yy’a kadar Aphrodisias, bir kültür ve sanat merkezi olma özelliğini de korudu. İşte kapısından girdiğiniz anda sizi karşılayan Aphrodisias Müzesi ve çevresi, o dönemin heykel okulu olarak, tüm değerli sanat eserlerini bünyesinde ve bahçesinde saklamaktadır. Kafanızı çevirdiğiniz her yerde, bambaşka bir sanat eserinin size o günleri anlattığını hissedersiniz. Kimi taş duvarlar üzerinden dönemin önemli şahsiyetlerinin yaptığı işleri haykırmakta, kimi ince detaylarıyla bir olayın ayrıntılarını aktarmaktadır. İnce işçilikleri ve inanılmaz detaycılıklarıyla, bu eserlerin her biri bambaşka kapılar aralamaktadır bugünle dün arasında. Sanatla yoğrulmuş bu kentin sanatkârlarının imzasını göğe doğru yükselten, kentin en ilgi çekici yapısı ise Aphrodite Tapınağı’na geçiş kapısı olarak karşınıza çıkıverir. Yemyeşil bir vadinin ortasında tek başına yükselmekte olan bu iddialı terapylon, bir gökkuşağı gibi altından geçenlerin dileklerini gerçekleştirecekmişçesine gerçek dışı gibi gelir önce; ardından, yanına yaklaştıkça, altından geçip binlerce yıl öncesinin kentine adım atacağınızı hissedersiniz. Terapylon’un etkileyici güzelliğinden ayrılabilirseniz, biraz ötesinde yer alan Aphrodite Tapınağı sizi güzelliğe ve aşka davet edecektir.



Bu geniş topraklara yayılmış olan kentin, büyük bir nüfusu barındırdığını yine kentin içinde yer alan tiyatrosu ve stadyumu ele vermektedir. Bu yapılar, heybetleriyle bir yandan sizi kendilerine doğru çekerken diğer yandan ürkütmektedirler. 30.000 kişilik stadyum, ayrıca, dünyanın en iyi korunmuş antik stadyumu olma özelliğini de taşımaktadır. Tepesinden aşağıya baktığınız anda, günümüz büyük stadyumlarının bile ufacık kaldığını, insanların stadyum içinde birer karıncayı andırdıklarını hissedersiniz. Meydan sizi, hamam ve gymnasionun olduğu tarafa doğru yönlendirirken, doğanın coşkusu, tarihî kalıntılarla birlikte bambaşka bir dünyada olduğunuzu anımsatacak; bir hayalden diğerine doğru yol alacaksınız.



Burası, aşkın vatanıdır ve kalbiniz hiçbir yerde burada çarptığı kadar mutlulukla çarpmamaktadır. Burası, tarihin hangi döneminde olursa olsun; sanatın, felsefenin, kültürün olduğu yerde güzelliğin yeşereceğinin kanıtı gibidir. Sanata yapılan yatırımın, yüzlerce yıl sonra bile karşılığının alındığının göstergesidir ve ayrıca hayal kuran bir adamın, hayallerinin peşinden koşan bir adamın, gerçeğe dönüşmüş hayallerinin sahnesidir. Aphrodisias Antik Kenti, döneminde onu böylesine güzelleştiren tüm heykeltıraşlarına ne kadar borçluysa, Rahmetli Prof. Kenan Erim’e de o kadar borçludur. Bizlerse ne dersek, ne yaparsak yapalım Sayın Erim’e olan borcumuzu ödememiz mümkün görünmemektedir. Onun rüyası, hepimize geçmiş dönemlerin güzelliklerini gösteren bir antik kent olmuş ve ülkemizin gururla sergileyebileceği yerlerden birini sunmuştur. Ülkemizde böylesine güzel düşler kuran ve onun peşinden koşarak bu topraklara hak ettiği değeri veren insanların çoğalmasını arzu etmek kalır bize, Sayın Erim’in yaktığı umut ışığını takip ederken.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder