Yol boyu sis, tipi, kar derken kuşkular doğuyor aklımızda:
Doğru zaman mı şimdi Kapadokya? Her mevsim güzel derler bilenler; acaba bu
kadar sert bir kışın altında da güzel midir ki hâlâ?
Kapadokya, bahar aylarında gördüğümüz yüzünü gizleyecek bu
kesin ama kış yüzünü görmek değil miydi zaten isteğimiz? Nedense şimdi
korkuyoruz peribacalarını, vadileri, açık hava müzelerini gezememekten,
görememekten, hissedememekten…
Doğanın şairliği vurur üzerinize; bir kâğıt, bir kalemdir
tüm isteğiniz. Rüzgârın, suyun, toprağın, tüm doğanın oyununa gelir şair
kesilirsiniz, ressam olursunuz, bir müzisyen gibi nameler dolanmaya başlar
aklınızda. Yalnızlığınızla baş başa olmak, bunun keyfini paylaşmak istersiniz
peribacalarına, vadilere bakarken. Kimi zaman sevgilisiz olmaz dersiniz, kimi
zaman kimse olmadan seversiniz. Yaşadığımız şehirlerden, kasabalardan, aslında
bu dünyanın gerçekliğinden çok ötede bambaşka bir hayat sunar gizliden gizliye.
İçine çeker, kuşatır, kollar; sıcacık bir türkü söyler ta insanlığın doğuşundan
gelen…
Bundan 25 milyon yıl önceye dayanır hikâye… Bilirsiniz güzel
şeylerin yaratılması da, elde edilmesi de zordur. 25 milyon yıllık bir hikâyedir
Kapadokya, en güzel hikâye olduğunu vurgularcasına…
Hititler, Frigler, Medler, Persler, Romalılar, Selçuklular,
Osmanlılar derken insan eli de doğa gibi kusursuz ürünler bırakır buralara.
Kültür kokar buram buram doğanın ürünü üzerinde. Her attığınız adımda, kafanızı
her çevirdiğiniz yerde yeni bir kültür hazinesi kucaklar sizi. Yorgun düşer,
sarhoş olursunuz daha bir kadeh bile şarabından içmemişken…
GAYRET, DİRENÇ, İRADE
VE EMEĞİN SEMBOLÜ
Doğanın ve insanın tüm yaratıcılıklarını birleştirerek bizlere
armağan ettiği Kapadokya günümüzde; Nevşehir, Ürgüp, Göreme, Ortahisar,
Uçhisar, Çavuşin, Avanos, Zelve gibi yöre içerisinde yer alan birçok ilçe,
kasaba ve köyü kapsamaktadır. Bu yüzdendir ki bir iki günde gezerek
bitirilemeyecek kadar geniş bir bölgedir.
Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi çok uzun yıllara yayılan
geçmişi sayesinde pek çok kültür hazinesini içinde barındırmakta, bu hazineler;
sabrın, isteğin, inancın sembolü olarak dimdik ayakta durmaktadırlar.
Peribacaları ve konik oluşumların lavlardan meydana gelmiş
olmasından kaynaklanan yumuşak doku neticesinde, insanlar el emeği kaya
evlerini yaparken zorlanmamışlar; kendilerine ihtiyaçları olan her şeyi doğanın
bütünselliği içerisinde yaratmayı başarabilmişlerdir. Burada her tarafınızı saran
bu kaya oluşumuna sadece kaya olarak bakamamanızın temel nedeni de bu olsa
gerektir. Her kayanın üzerinde bir pencere, bir sütun, bir kakma görmek
mümkündür. İnsanın yapmadığını da doğa yapmış, kayalardan heykeller oluşturarak
sizin hayal gücünüze bırakmıştır yorumu. İster bir deve, ister bir fok balığı,
ister bir Meryem Ana görürsünüz kayaların yapısında.
Önce Ürgüp Kayakapı’ya düşüyor yolumuz. 1985 yılında UNESCO
tarafından “Dünya Mirası” içerisine dâhil edilen “Göreme Milli Parkı ve
Kapadokya Kayalıkları” kapsamı içerisinde yer alan Kayakapı, Ürgüp
Belediyesinin takdire şâyan çabası sayesinde oluşturulan bir proje kapsamında
yenileniyor. Bu yenilenmenin içeriğine baktığımızda, kültüre değer veren
belediyeler de varmış diyerek zevkten dört köşe oluyoruz. Öyle üstün körü,
değerini kaybetmesine yol açan bir restorasyon çalışması değil yapılan. Tarihi
yerleşimin, sürdürülebilirlik ilkesi doğrultusunda yeniden canlandırılmasını amaç
edinen bu proje kapsamında Kayakapı Mahallesinin, üzerindeki yapılar ile yakın
çevrelerini oluşturan doğal alanlar dâhil olmak üzere içerdiği tüm değerlerle
birlikte bir “çevre mirası” olarak korunması ve turizm ağırlıklı çağdaş
kullanılması hedefleniyor. Proje şimdilerde temizlik çalışmaları ile devam
ediyor. Proje tamamlandığında yine aynı mutluluğu duyma temennisiyle yola
koyuluyoruz. Sağlı sollu kaya evler, camiler, çeşmeler, hamamlarla Selçuklu
izleri hâkimiyet sürüyor Kayakapı üzerinde.
400’ün üzerinde anıtsal ve sivil binanın yer aldığı bu
tarihi mahalle içinde gezerken Esat Ağa Konağı önünde duruveriyoruz. Bizi
durduran sadece taş konağın görkeminin etkisi değil. Görkeminin dışında,
çeşitli efsanelere konu olmuş olması da frenlere son hızla basmamıza neden
oluyor. Köle olarak Kayakapı’ya getirilen Yuanis, mucizeleri sayesinde Aziz Yuanis
olarak nitelendirilmiş ve hem Ortodoks Hıristiyanların hem de Müslümanların
tanıdığı ve saygı duyduğu bir kişi haline gelmiş. Köle olarak geldiği bu Esat
Ağa konağında yaşamış, çalışmış ve vefat etmiştir. 1924 yılındaki mübadelede
Rumlar tarafından cesedi Yunanistan’a götürülmüşse de yaşadığı bu yer, önemini
korumakta ve ilgileri üzerine toplamaya devam etmektedir.
Bağcılığın tüm yöredeki değerinin yüzyıllardan beri devam
etmekte olduğunun en açık kanıtı ise kayalar üzerine oyulmuş evlerin yanında
her daim birçok güvercin yuvasının da oyulmuş olması. Güvercin gübresi, toprağın
verimini arttırdığından, güvercinler yörede ayrı bir öneme sahip.
Artık sırada Göreme Açık Hava Müzesi var. Göreme de tarihi
kent yapısı bozulmamış haliyle çekiciliğini korurken; Açık Hava Müzesi,
girişinden itibaren emeğin, iradenin ve inancın gücüne bir kez daha şapka
çıkarmanızı sağlıyor. Bölge içerisinde 400’den fazla kilise olduğunu ve
Hıristiyanlığın ana yayılış bölgelerinden birisi olduğunu biliyoruz ama bu
derece dip dibe kaya kiliseyi bir arada görünce insan şaşkınlığını
gizleyemiyor. Misyoner yetiştirme amacıyla kurulmuş olan bu kiliselerin en
önemlileri arasında; Tokalı Kilise, Çarıklı Kilise, Karanlık Kilise, Meryem Ana
Kilisesi, Elmalı Kilise, Yılanlı Kilise, Barbara Kilisesi geliyor. Vadi boyunca
yayılmış bu kiliselerin hepsini gezmek için en az bir gününüzü ayırmanız
gerekiyor. Vadi geniş ve yokuş; her taşa, her attığınız adıma dikkat kesilip
yeni bir detay yakalama fırsatına sahip olduğunuzdan, bir gününüzü gözden
çıkarmanız şart. Ama en azından tüm müzeyi gezip gün batımını eşsiz bir
manzaraya karşı izleme fırsatına da sahipsiniz. Çünkü en güzel gün batımı
manzaralarını izleme noktaları buraya oldukça yakın.
Kiliseler arasındaki yolculuğumuz Karanlık Kilise’de devam
ediyor. Karanlık Kilise özel giriş parası ile ziyaret edilebilen; çünkü
bozulmamış birçok freske sahip ender kiliselerden birisi. Adı üzerinde, iç mekânın
karanlık olmasının etkisi de bu bozulmamışlığı sağlayan etmenlerden birisi.
Duvarlar üzerine kırmızı yoğun bir renkle işlenmiş olan resimleri izlerken
İncil’in sayfaları arasında dolaştığınızı hissedeceksiniz. Fresklerle,
İncil’deki olaylar bir bir tasvir edilmiş burada. Tıpkı Karanlık Kilise gibi
Tokalı Kilise’de diğerlerine oranla daha çok ilgi çeken çünkü görkemi ve
içerdiği fresklerle diğerlerinden ayrışan bir yapıya sahip. Burası iki farklı
döneme ait freskleri barındıran ve diğerlerine nazaran çok daha büyük bir
kilise. Tonozlu yapısı ve yüksek tavanlarına rağmen nasıl bir azimse, yine
koruma altına alınmadan önce bazı kendini bilmezlerin saldırılarına hedef olmuş
freskler. Tabii mekânın büyüklüğü yer alan tasvirlerdeki zenginliği de
beraberinde getirmiş. Ortam birbiri ardında gelen fresklerle orijinal bir resim
galerisi kıvamına gelmiş. Bunca kilisenin hepsini anlatmak mümkün olmasa da
Göreme’deki en ilgi çekici kiliselerden birisi de Yılanlı Kilise. Adını, St.
George ve St. Theodor’un yılanla mücadelesini anlatan bir freskten alan kilisede
ayrıca Tanrı’ya yakararak yarı erkek yarı kadın olan Onouprios’un bir tasviri
de bulunuyor. Son olarak 11.yy.’a ait Barbara Kilisesi de diğerlerinden
farklılığı ile anlatılmaya değer. Burada yer alan tüm resim ve figürler kaya
üzerine aşı boyası ile yapılmış. Geometrik motifler, mitolojik hayvanlar ve
çeşitli sembollerle bezeli bu kilise de hayranlık uyandıran bir yapıya sahip.
Yüzyıllar öncesine yaptığımız yolculuğa daha büyük bir gizem
katmak için bu defa Kaymaklı Yeraltı Şehrine doğru yol alıyoruz. Bölge
içerisinde 36 yeraltı şehrinin varlığından söz edilmekte ve bunların, henüz
ortaya çıkarılamamış olsa da hepsinin birbiriyle bağlantısı olduğu
belirtilmekte. Biz yeraltı şehirleri arasında en çok katı açılmış olan
Derinkuyu Yeraltı Şehri’ni gezmek yerine, kendimize daha fazla eziyet etmemek
için dört katlı Kaymaklı Yeraltı Şehri’ni gezmeyi tercih ediyoruz. Eziyet
diyorum çünkü bu yeraltı şehirlerinin geçiş koridorları 1.50’lik insanlara göre
yapılmış gibi kısacık olduğundan, eğile büküle yürümek bazen tam bir eziyete
dönüşebiliyor; hele de koridor uzunsa…
Daha önce de bahsettiğimiz gibi Hıristiyanlığın ana yayılış
noktalarından birisi olan Kapadokya Bölgesi’nde, açık hava müzelerinde pek çok
kiliseyi gezebilirsiniz. Ancak dönem dönem, gerek putperestlerin gerekse
Selçukluların saldırısına uğrayan yöre insanlarının, dinlerini yaymaya devam
etmek ve kendilerini korumak için yeraltı şehirlerini yapmaları, hem de bunu
akıl almaz bir şekilde yapmaları, inancın insana neler yaptırabileceğinin bir kanıtı.
Yapılan incelemeler ve değerlendirmeler neticesinde bu yeraltı şehirlerinin
inşa edilebilmesi için ilk olarak hava bacalarının yapıldığı düşünülüyor. Kaç
binlerce insanın bu şehirlerin yapımında çalıştığı ve yapımın ne kadar sürdüğü
ise henüz belli değil. Toprağın kazılmaya ve kazıldıktan sonra sertleşmeye
müsait yapısı ise bu insanların çalışmalarındaki en büyük yardımcısı olmuş. Ahırından
mutfağına, yatak odalarından depolara, şaraphanelere kadar her türlü
ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri odaları, mekânları yaratmışlar. Bu arada, burayı
gezenler arasında, koridorların alçak olmasını, o dönemde yaşayan insanların
kısa olmasına yoranlar çoğunluktadır. Aslında o dönem insanlarının günümüz
insanlarından daha yüksek bir boy ortalamasına sahip olduğu gerçeği bilim
çevreleri tarafından açıklandığına göre, buradaki koridorların alçak yapısının,
bir saldırı için gelenlerin savunma yapamayacak bir pozisyonda kalmaları için
tasarlandığı düşünülmektedir.
Bu şehirleri gezmeden, bir inancın, bir düşüncenin ne kadar
zor şartlar altında bile savunulabileceğini, ona sahip çıkılabileceğini
anlamanız mümkün değil. Sadece bir dinin savunması olarak bakmamak lazım; bir
inancın, bir düşüncenin gerçekten bağlılıkla, hırsla, tüm dirençle
savunulmasının insana nasıl bir ilahi kuvvet verdiğinin kanıtı bu şehirler.
Kapadokya bölgesine gelip de Paşabağları’na uğramadan gitmek
olmaz diyerek Göreme-Avanos istikametine doğru yol alıyoruz. Paşabağları, yöre
içerisinde en yüksek ve çok başlı peribacalarının yer aldığı bölge. Buradaki
peribacaları arasında gezerken o incecik hattın o koca kayayı nasıl taşıdığını
düşünüp düşünüp bir cevap bulamazsınız kendinize. İnanılmaz bir sanat eseridir
doğa tarafından yaratılmış. Bu peribacalarından üç başlı olan içerisinde iki
oda yer almaktadır ki bu da gezenlere açıktır. Burası, 5.yy’da yaşamış olan
Aziz Simeon adında bir keşiş tarafından inziva hücresi olarak kullanılmış.
Hazır yakınlardayken Avanos’a uzanıyoruz Paşabağları’ndan
çıkar çıkmaz. Avanos, bölgenin karakteristik özelliği olan peribacaları ve kaya
evlerinin ötesinde bir başka anlam ifade ediyor. Burası dört bin yıldır devam
eden bir geleneğin, çömlekçilik yapımının devam ettiği, Kızılırmak kıyısında
yer alan ayrıcalıklı bir yer. Burada yer alan tüm çömlek atölyelerinde gezmeye
gelen misafirlerin kendi çömleklerini yaparak eğlenebilecekleri tezgâhlar
mevcut. Tabii ki bunları yaparken size yol gösteren ustalar da yanınızda
oluyor. Biz gezdiğimiz atölyeler içerisinde size en çok Hacı Dede Çanakçılığı
öneriyoruz. Bunun başlıca nedeni Usta Şaban Topuz. İnanılmaz sempatik tavırları
ve şov adamı gibi hikâyeleri ile sizi sürekli güldürmesi, yaptığınız
çömleklerin dışında keyif alabileceğiniz önemli bir detay. Çömlekçiliğin
tarihini öğrenip, zar zor da olsa çömleklerimizi yapıp, közde pişmiş lezzetli
patateslerimizi demli çaylarımız eşliğinde yedikten ve bol bol güldükten sonra
ayrılıyoruz Avanos’tan.
Bu arada tarih ve doğa ile sarıp sarmalanmış olduğumuzdan
bahsetmeyi unutmamamız gereken yöreye özgü özelliklerden birisi de gece hayatı
sevenler için hazırlanmış özel mekânlar. Bunlar da elbette yörenin özel dokusu
olan kayalar içerisine oyulmuş olan mekânlar. Yemek yemek ve şarap içmek
dışında tüm bu restoranlarda gece boyunca süren ilginç Türk gecelerini izlemek
de sadece Kapadokya’da alabileceğiniz bir tat. Mistik ortam, lezzetli
yiyecekler, yöre üzümlerinden yapılan şaraplara dansözler, folklor ekipleri ve
daha pek çok aktivite eşlik ediyor. Bu tür restoranların ana merkezi ise Ürgüp.
Turistik anlamda aradığınız her türlü fırsatı sunan Ürgüp’te Alex
Karakulakyan’ın özenle hazırladığı Prokopi Restoran ve Kulüp’e de uğramadan
ayrılmamanızı tavsiye edebilirim. Özellikle şömine başında, kaliteli müzik
dinlemek istiyorsanız burası bulunmaz Hint kumaşı olacaktır.
Gece hayatından sıyrılıp tekrar doğaya dönüş yaparak
Uçhisar’a gidiyoruz bu defa. Uçhisar, kayadan oyma kalesi ve kaya ev
pansiyonları ile Kapadokya’nın özgün mekânlarından birisi. Kale önünde önce
irkilerek duruyoruz. Ne kadar yüksek olduğunu görünce, bunca gezmeye burayı da
çıkabilecek miyiz diye düşünsek de yavaş yavaş girişine doğru ilerliyoruz.
Kaleye onlarca merdiveni aşıp da vardığımızda ise büyüleyici bir manzara
ayaklarımızın altına seriliveriyor. Tüm Göreme Vadisi’ni bir arada görmek, en
az içinde dolaşmak kadar etkileyici. Buradaki kaya ev pansiyonlarının aynı
manzaraya sahip olması ve iç mekânların tasarımlarındaki etkileyicilik de
turistleri Uçhisar’a çeken özellikler arasında.
Artık dönüş vakti; bir rüyadan daha uyanma vakti… Kar yüzünden gezilememiş vadiler, zaman azlığı nedeniyle görülememiş daha pek çok yer varken dönüş vakti… Yine geleceğim Kapadokya, her geldiğimde beni bir başka şekilde büyülediğin, bir başka güzelliğinle sarıp sarmaladığın, sarhoş ettiğin, kendine âşık ettiğin için yine geleceğim…