14 Ekim 2011 Cuma

AŞKIN VE FELSEFENİN KENTİ: ASSOS



“Bu sabah, Eliot ve ben, bir tarlakuşunun sesi ile uyandık ve ferahlatıcı denize dalıp çıktık. Zeytin, ekmek ve koyulaştırılmış süt ile kahvaltımızı ettikten sonra; kıyıdan, İda Dağı’na doğru keyifli bir yürüyüş yaptık. Topraklar verimli ve son yağmurla tazelenmiş görünüyordu. Toprak, çiçeklerle kaplıydı ve hava parfüm doluydu!”1 22 Nisan 1881



Kalmakta olduğumuz otelin penceresinden, günün ilk ışıklarıyla uyanmakta olan denizin tazeliğini içime çekerken duyduğum koku, 1800’lü yılların sonunda, Assos’un büyüsüne kapılan ve onu keşfetmek için yıllarını bu topraklarda geçiren Arkeolog Fransic H. Bacon’ın günlüğüne düştüğü bu notlarla ne kadar da kesişiyordu. Bugünün Behramkalesi, geçmişin Pedasos’u ve bilinen adıyla Assos… Sarp bir yamacın üstüne kurulu antik kentin büyüleyici öyküsüne eşlik etmek için Artemis Tapınağı’nda yeryüzünün en güzel gün batımlarından birini izlerken, hayaller dünyasına dalarak, kendimi tapınağın içinde değil de geçmişte olduğu gibi dışında, Artemis’e dualar ederken bulmak; olmaz ya, hadi oldu diyelim, Kral Hermeias ile Aristoteles’in aynı sınıfta oldukları günlerde onlara eşlik etmek istiyordum. O sabahın kokusunu aldıktan sonra, bu hayali kurma düşüncesi kafamda iyiden iyiye bir zorunluluk hâline gelmişti.


“Liman, sadece dört binadan oluşan küçük ve canlı bir köyden ibaret; ama ortamda hiç kadın yok, ne zavallı sürgünleriz! Türk köyü, Akropol’in kuzey yamacının zirvesine çok yakın. Köy, tek katlı, düz çatılı, hepsi çok yoksul binalar olan yaklaşık 50 evden oluşuyor. Limana, karayolu ile mesafe yaklaşık 45 dakika… Mr. Haynes her an gelebilir; biz kazıya başlamadan, onun yapabileceği hiç bir şey yok ve izin almadan kazıya başlayamıyoruz ve maalesef henüz ferman alamadık...”1 12 Mayıs 1881


Denizin narin dokunuşlu dalgalarının eşlik ettiği limandaki kahvaltımızın ardından, Bacon’un tanımladığı ve bugün de çok fazla büyümemiş olan ama artık bolca kadına rastlanan liman yerleşimini turlarken, çarpık turizmin henüz yerle bir etmediği ama burnunu iyiden iyiye soktuğu Assos Limanı, doğanın gücüne karşı koyamadığından, fazla büyüyemeden sıkışıp kalmış. Birbirine bitişik ve hepsi denize nazır otel, motel ve pansiyonlar arasında, kimliğini kaybetmeden restore edilmiş taş binaların geçmişten gelen çekiciliği bugün de varlığını sürdürüyor besbelli. Geçmişte, bolca bulunduğundan dolayı fakir yemeği olan balık, günümüzde kıyı boyu dizilmiş restoranlarda misafirlere sunulan en değerli hazine.


Behramkale olarak adlandırılan, Antik Kent ile Liman arasına kurulmuş köye giden yenilenmiş yola eşlik eden antik kentin farklı bölümleri, dönemin kent yapısı hakkında detaylı bilgi veriyordu bakan gözlere. Tıpkı, üç yıl burada yaşamış olan Aristoteles’in “Politika” kitabında belirttiği ideal kent düzenini yansıtıyor aslında:


“Yalıtılmış durumda yaşayan, kimselerin ele geçiremeyeceği bir kent mutlu olabilir. Büyük kentler hiç de iyi yönetilemez. Çünkü büyük bir kalabalık düzene sokulamaz. Devletin alanı, yüksek bir tepeden gözlenecek ölçüde küçük tutulmalıdır.”2    


Hoş, antik kentin en tepesine devletin idare merkezi değil, Tanrıça Artemis’in tapınağı yapılmıştı; ama onun çevresinde yer alan idari merkezlerden de kentin tamamı gözlenebilir durumdaydı. Aristo’nun Assos’a katkısı, bununla sınırlı değildi elbet. Kral Hermeias’la, her ikisi de Platon’un öğrencisiyken arkadaş olan Aristo, kralın davetiyle geldiği Assos’ta, Hermeias’ın yeğenine âşık olup evleniyor ve üç yıl boyunca Assos Gymnasium’unda ders vererek, “Politika” kitabının temellerini atıyordu. Kitabıyla bugüne ulaşan tüm öğretilerini Assoslularla paylaşıyor ve bunların uygulanışına tanıklık ediyordu. Dostu ve Assos Kenti Kralı Hermeias’a söyledikleri, bugünkü pek çok politikacıya vız gelse de, Hermeias tarafından özenle uygulanıyordu: “Ey hükümdar, sakın unutma ki siyaset, ahlakın tamamlayıcısıdır; daha doğrusu, ahlak, politikanın bir şeklidir.”2


Köyün kahvesi, eşsiz manzarasıyla turist kafilelerini ağırlarken, köyün yaşlıları da eskiden olsa kızacakları bu kadınlı erkekli kahve müşterilerine alışmış görünüyorlar. Antik kent turu öncesi ve sonrasında mutlaka uğranan bu kahvede, sohbet edenlere eşlik etmekte zorlanmıyoruz. Bahadır Balsaran, “Burada, 1980’lerde hükümetimiz kazıya başladı. Onların çabasıyla mezarlıktan çıkan bazı şeyler İstanbul’a ve Çanakkale’ye götürüldü. Restorasyon pahalı bir şey, o yüzden de çalışmalar yavaş ilerliyor. Kentin büyük bir kısmı, 1800’lerde yurt dışına götürülmüş.” diyerek burada yaşanan arkeolojik çalışmaları en güzel şekilde özetliyor.


“Burada, Assos’la ilgili planlarımız her ay değişiyor. Bu sıralar para yokluğundan işler durdu. Ne var ki, ölçme ve çizimde yapacak çok şey var. Hala, şu pek hoş olmayan, heykelleri ülke dışına çıkartma görevi var ve bunu diğerlerindense bizim yapmamızı tercih ederim (17 Ekim 1882)… … … Clarke bu hafta, antikaların bölüşümünü ayarlamak üzere İstanbul’a gidiyor. Paylaşmayı denetleme ve gemiye yükleme görevini tamamıyla ona bıraktım; bu, ikimizin de kendine dert edinmesinden iyidir (30 Mayıs 1883)… … … Türk hükümeti tarafından gönderilen komisyoncu Baltazzi Bey ile beraber, antikaların paylaşımını bitirdik! Arkeolojik konularda deneyimli olduğunu kanıtladı ve kararlarıyla ilgili en ufak bir çelişkisi yoktu! Toprak hükümete ait olduğundan, üçte iki çoğunluk Türklere gitti (1 Ağustos 1883)…”1


Alınan izinle, Amerikan kazı heyetinin payına düşen parçalar Boston Müzesi’ne taşınmış. Bacon’un bu detaylı çalışmasından önce, bölgeye gelen diğer arkeologlar da ülkelerine kimi değerli parçaları götürmeyi becermişler. Bu nedenle günümüzde, Assos’tan çıkarılmış tarihi eserler, Boston Müzesi dışında, Louvre Müzesi’nde de sergilenmekte ve işin ilginç yanı, ülkemizde Çanakkale ve İstanbul’daki müzelerde sergilenmekte olan kimi frizlerin bir parçası bizde, diğer parçası Louvre Müzesi’nde bulunmaktadır.   


Bacon ve arkadaşlarının bu çalışmalarının ardından tam 100 yıl sonra, Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu başkanlığında tekrar başlanan kazılar ve restorasyon çalışmalarıyla bugünkü hâlini alan Assos’un, binlerce yıllık geçmişinde “Assos” isminin kaynağını kesin olmadığının da altını çizerek, Serdaroğlu şu açıklamaları yapıyor: “İlliada’da, Agammemnon’un öldürdüğü Elastos’un Satnioeis’in kıyısında (bugünkü Tuzla Çayı), sarp Pedasos’ta yaşadığı, Troia kralı Priamos’un kayınbabası Leleg kralı Altes’in Satnioeis kıyısındaki yüksek Pedasos’ta oturduğu anlatılır. Gerçi, Pedasos için yapılan coğrafi tanım Assos’a çok uymaktadır; ama Pedasos, Assos adının eski şekli midir? Homeros destanında, Troas ile ilgili pek çok yer adı geçmesine karşılık, Assos’tan söz edilmez. Kent, Assos adını, sonraki çağlarda almış olmalıdır.”3.


Serdaroğlu’nun bu uyarısını dikkate alarak, gün batımını beklerken gözden geçirmeye başladığım Homeros’un İlyada kitabındaki o satırları yakaladığımda, sanki Elastos gözümün önünde yalvarıyordu onu öldürmemesi için Agammemnon’a…


“ Kısacık bir zaman için doğurmuş beni anam. Laothoe, yaşlı Altes’in kızı. Altes, kralıdır savaşsever Leleglerin. Satnioeis kıyısında, yalçın Pedasos’u tutardı elinde. Priamos aldı işte onun kızını, başka karıları da vardı. Biz iki kardeş, ondan doğduk. Senin elinden olacak ikimizin de ölümü. Ön sıralarda alt ettin tanrısal Plydoros’u, vurdun onu sivri kargınla. Bela benim başıma geliyor şimdi, sanmam kurtulacağımı senin elinden. Tanrı sürdü seni üstüme. Bir şey daha diyeyim sana, iyicene koy kafana; senin sevgili, güçlü dostunu öldüren adamla, Hektor’la bir anadan doğma değilim ben. Öldürme beni, kıyma bana…”4


Gözlerimi hızla açıyorum, sahnenin geri kalanı canlanmasın hayalimde diye. Bunca sözden, bunca yakarıştan sonra, savaşanların değil, düşünen ve üretenlerin üstün tutulduğu bir felsefenin takipçilerinin memleketi olan Assos’un geçmişinde bu kanlı günlerin yaşandığını silip atmak istiyorum kafamdan bir anda.


Kahveden kalkıp, gün batımını karşılamak üzere Antik Kent’in içlerine doğru ilerlemeye başladığımızda; yol kesip, ev ve el yapımı ürünlerini satmaya çalışan köylülerin ellerinden kurtulduktan sonra, ister istemez geçmişe gidiyor yine aklım. Buralardaki eski pazarları, insanların alışveriş tarzlarını ve anlayışlarını düşünüyorum. Görünen o ki, o günlerin agorasındaki anlayışa ulaşmak için bile çok zamanı var Behramkalelilerin…


Şimdi Athena Tapınağı sütunları altında bağdaş kurmuş otururken aşağıda yer alan gymnasion, agora, nekropol, tiyatro, konutlar ve diğer kalıntılar, kentin görkemli günlerini yansıtamıyor olsalar da anlatıyorlar. Tüm kent ayaklarımın altındayken, güneş hızla batmaya başlıyor. Tapınağın sütunlarında sürekli değişen turuncu, kızıl renk tonları ile gökyüzündeki ışık oyunları, sabahtan karar verdiğim hayalleri kurmayı bir yana bırakıp, kendimi bu görsel şölene teslim etmeme neden oluyorlar.


Görkemli ve görkemli olduğu kadar önemli; felsefesi, sanatı ve şehircilik anlayışıyla örnek gösterilen bir kent: Assos. Felsefe eğitimi almış yöneticinin ne demek olduğunun, eğitimli yöneticilerin, halkı ve ülkesi için neler yapabileceğinin göstergesidir Assos. Kültür birikiminin, eğitimle birleştiği zaman nasıl bir cevhere dönüştüğünün, binlerce yıl okunacak kitaplarda nasıl yer edindiğinin göstergesidir aynı zamanda.


Günümüzde her ne kadar şirin, küçük bir tatil kasabası tadına varsa da, geçmişinin de etkisiyle âşıkların kasabasıdır Assos; Aristo’nun bile âşık olduğu, doğasının güzelliğini insanlarına işlemiş değerli bir mirastır…


Not: Francis H. Bacon’un günlüklerini İngilizce metninden Türkçeye çevirerek destek veren Sevgili İlkem Yoleri'ye sonsuz teşekkürler.


Dip Notlar:

1-       The Assos Journals of Francis H. Bacon”, Archaeology Magazine, Nisan, 1968

2-       “Politika”, Aristoteles

3-       “Behramkale-Assos”, Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2005, İstanbul

4-       “İlyada”, Homeros, Can Yayınları, 2006


Diğer Kaynaklar:

·           “Assos Gezi Rehberi”, Mustafa Menteşe

·          “Gide Gele Anadolu”, Deniz Som, Günizi Yayıncılık, 2005

·          “Yüzyılların Gerçeği ve Mirası-1”, Server Tanilli, Say Yayınları, 1988

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder