15 Ekim 2011 Cumartesi

SINIRSIZ OLANIN MEKÂNI: KARİYE MÜZESİ

Dinlerin dinginleştirdiği ve önlerine bir yol çizdiği insanlar, kendilerine sunulana duydukları minneti ifade etmek için, onları geleceğe taşımanın farklı yollarını aradılar. Kimi çevresiyle yetinirken inancını yaymak için, kimi de daha yüksek ideallerin peşinde koştu; dağa, taşa ismini cismini yazdı, yüceltti, onun gönlündeki yerini betimleyerek, binlerce yıl sonrasına taşıdı tüm inancını. Kimi mağaraların duvarlarına kazıdı tanrılarını, adaklarını; kimi onlar için tapınaklar, camiler, kiliseler yaptırdı. Ve soğuk mermerin gri tonu üzerine öyle işlemeler yaptı ki kimileri; inancının, bağlılığının, sevgisinin gücünü, yaptırdığı mekânın büyüklüğüyle, ebadıyla değil, bu işlemelerdeki ufacık detaylarla anlamayı mümkün kıldı. Onlar, yaratana duydukları sevgiyi ve bu sevgi peşinde yaşananları betimlerken, içlerinde var olan sanatkâr ruhu sonuna kadar kullanarak; bugün tüm milletlerin, tüm dinlerin, tüm insanlığın imrenerek baktığı sanat eserlerinin sahibi oldular.



İşte, Bizans İmparatorluğu’ndan günümüze gelen, İstanbul’un Edirnekapı semtinde yer alan ve mega kent içinde kaybolmuş gibi durmasına rağmen, İstanbul’un onca güzel eseri arasından sıyrılarak, dünya mirası sayılıp sayılmayacağı tartışılan Kariye Müzesi’ni farklı ve biricik kılan da ne onun büyüklüğü, kapladığı alan ne de geçmişte üstlendiği rol değil. Onu böylesine farklı kılan en önemli özelliği, tüm soğuk ve gri görünümünden kurtaran birbirinden eşsiz ve ayrıntılı mozaikleri, freskleridir. Restorasyon geçirmesine rağmen, tam olarak eksikleri giderilememiş olsa da belki de dünya üzerindeki en az bozularak günümüze ulaşmış mozaiklere ev sahipliği yapıyor olmasıydı ayrıcalığı.
 

Kariye Müzesi olarak günümüzde ziyarete açık olan bu yapının geçmişi 4. yüzyıla dek uzanıyor. Kimi kaynaklarda “Hora” kimilerinde “Chora” olarak anılan manastırın bir parçası olarak kent dışına yapılmış küçük bir kiliseyken, günümüzdeki hâlini 11. yy sonlarında, I. Aleksios’un kayınvalidesi Maria Doukaina tarafından yeniden inşa ettirilmesiyle alıyor. Zaman içerisinde yaşanan işgallerde çok zarar gören yapı, son olarak 14. yy’da birkaç ekleme ile en son hâlini alıyor ve bugünkü önemini kazanmasını sağlayacak mozaik ve freskler de işte bu onarım sırasında ekleniyor. II. Beyazıt zamanına kadar orijinalliğini koruyan yapı, bu dönemde camiye çevriliyor ve yanına bir minare, aşevi ve medrese eklemleniyor. İşin en güzel tarafı ise Osmanlıların, camiye çevirdikleri ve kullanıma açtıkları bu eserin üzerinde yer alan mozaik ve freskleri kazıyarak yok etmek yerine, üzerlerini yer yer badana ile yer yer de tahta kepenklerle örterek kapamayı tercih etmiş olmaları. Bu tercih sayesinde, günümüzde müzeye dönüştürülen Kariye, mozaikleri ve freskleriyle, görenleri büyüleyen güzelliğini korumuş oluyor. Bu tercihin çok büyük bir hoşgörünün eseri olduğunu fark etmemek, hele de günümüz dünyasında yaşananları düşününce mümkün değil.



“Konstantiniye’ye her giden Kariye Camii’ni ziyaret eder. Zengin freskler ve mozaiklerle bezenmiş bu küçük fakat çok eski kilise, bir zamanlar Yunancada ‘Kır Manastırı’ olarak anılırmış. Buranın görevlisi halis bir Türk; buğday tenli, sarı saçlı, mavi gözlü aydın bir kişi. Başındaki yeşil sarık, peygamber soyundan geldiğine işaret ediyor. Biraz Fransızcası da var. O da caminin arkeolojisiyle sizin kadar ilgili. Binada devamlı yapılan tamiratlar ve duvarlardaki mozaiklerin badanadan temizlenmesi çoğunlukla onun sayesinde.”1


Francis Marion-Crawford’un 1890’lar İstanbul’una dair izlenimlerinden Kariye Müzesi ile ilgili bu kısmında geçen “Kır Manastırı” tanımlaması da bir başka tartışma konusu. ‘Chora’, eski Yunancada “kent dışı” ya da “kırsal alan” anlamına geliyor gelmesine ama arkeolog, tarihçi ve dilbilimciler bu noktada başka bir anlamının daha olduğuna işaret ediyorlar: Latince anlamının. Latincede “rahim” demek olan ‘chora’ sözcüğünün mecaz bir kullanımla yani “sınırsız olanın mekânı” anlamında ifade bulduğunu söylüyorlar.     



“Fakat bütün bu resimler, kilisenin eski tarihine göre yeni sayılabilecek bir zamanda, 14. yüzyılda yapıldı. Kutsal mekânı yeniden düzenleyen, şapel ekleyen, eşsiz panolarla süsleyen, Logethet Teodoros Metokhites adında bir yüksek devlet görevlisiydi. Logethet, zaten bu unvanı belirleyen bir sözcüktü. Vali düzeyinde yetkili bir memurdu bu. Bir kültür adamı olan Metokhites kendini bu manastıra adamıştı ve burada uzun yıllar yaşadı.”2


Metokhites gerçekten de, vali seviyesinde üst düzey bir memur olmasının dışında, şair ve yazar kimliğiyle de öne çıkan bir kültür adamıydı. Böylesi bir insanın elinden çıkan proje de elbette günümüze kadar gelip, bugünün insanında bile hayranlık uyandıran sanat şaheserine dönüşebiliyordu.


Hıristiyanlığa geçiş döneminde Bizans’ta sıklıkla kullanılan bir kilise tipi olan bazilika tarzını bu yapıda da görüyoruz. İç ve dış narteks olmak üzere iki girişe ev sahipliği yapan müzenin dış narteksi daha çok Hz. İsa’nın hayatıyla ilgili mozaiklerle süslüdür: “Yusuf’un Rüyası”, “Beytüllahim’e Gidiş”, “Nüfus Sayımı”, “İsa’nın Doğumu”, “Ekmeklerin Çoğaltılması”, “Çocukların Katli” gibi sahneler, bunların arasında sayılabilir. Dış narteksten iç nartekse açılan kapı üzerindeyse, Kariye’nin en önemli mozaikleri arasında yer alan “Pantokrator İsa”yı görmek mümkün. İç nartekste ise Hz. Meryem’in hayatındaki önemli olay ve sahneler, mozaik ve fresklere can vermiştir. “Meryem’in Doğumu”, “Meryem’in Çocukluğu”, “Meryem’in Yün Alışı”, “Müjde ve İyileştirme Mucizeleri”; bu bölümde, ziyaretçilerin hayranlık ve şaşkınlıkla dolu bakışlarıyla izlenmektedir. Ana mekânın kapısı üzerinde ise Kariye Müzesi’nin en önemli mozaiği bulunmaktadır: “Meryem’in Ölümü Sahnesi”. Cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya çıkarılan bu mozaik pano, bir şaheser olarak nitelendirilmektedir.

Tüm bu detaylı işlemelerle ve özgün eserlerle, geçmişte görkemli seremonilere, günümüzdeyse büyüleyici tarihî turlara eşlik eden Kariye, yapıldığı dönemin ihtiyaçlarının çok ötesinde, bugün tam anlamıyla “sınırsız olanın mekânı” hâline gelmiş. Kendine sınırlardan gözlükler yapıp bu gözlüklerle çevresine bakmayı reddedenler için vazgeçilemeyecek ziyaret mekânlarından ve sanat merkezlerinden biri konumunda Kariye Müzesi.



Bizans döneminin en güzel eseri olarak nitelendirilen bu müzede yer alan mozaik ve freskleri, bir sinema filmi gibi izliyormuş gibi canlı hissettiren, dönemin sanatsal yapısını aşan derinlik ve hareket figürlerinin verilme yeterliliğidir. Büyüleyici bir tarih sahnesinin her bakanın gözünde tekrar tekrar canlanıyor olması, işte bu sebepledir. Sadece narteksleri değil iç mekânı, pareklesion (mezar şapeli) ve apsis kısımları da son derece canlı ve etkileyici mozaik ve freskolarla süslü olan bu müzede, dinî kimliklerin hayatlarından örneklerle, yaşadığımız dünyanın tüm duygularını hissedebileceğimiz olaylar canlandırılmaktadır: Kimi zaman nefretin ve kötülüğün kollarında, kimi zaman sevginin, yüceliğin ve iyi olanın zaferinin içinde bulursunuz kendinizi.


Kariye Müzesi’ne adım attığınız anda, durduğunuz ya da kafanızı çevirdiğiniz her yerde, size bakan bir çift gözle karşı karşıya gelip, bir anda o gözlerin yer aldığı sahnelerin içine girmişsiniz gibi hissetmemeniz mümkün değil. Nerede olduğunuzu kendinize sürekli söylemediğiniz takdirde, bir anda çarmıha gerilen Hz. İsa’nın yanında ya da gözünüz yaşlı, Hz. Meryem’in cenazesinde veya savaşların ortasında bir taraf olarak bulabilirsiniz kendinizi.
 

Dip Notlar:

1-       Francis Marion-Crawford, “1890’larda İstanbul”, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2007, Syf:41

2-       Haldun Hürel, “İstanbul’u Geziyorum Gözlerim Açık!”, Dharma Yayınları, 2005, Syf: 374

Kaynakça:

·          Haldun Hürel, “Burası İstanbul”, Dharma Yayınları, 2006

·          T.C. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü “Kariye Müzesi” Broşürü




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder