29 Ekim 2011 Cumartesi

TANRILARIN VE KORSANLARIN MİRASI: OLYMPOS


Yıl MÖ 2. yy’ın aralarında bir yerlerde gezinen rakamlara sahipken Likya Birliği, Olympos kentine üç oy hakkı tanır; zenginliğinin karşılığında üç kişiyle temsilcidir birlik içinde artık Olympos.  Zeus, Olympos’un zenginleşmesine katkıda bulunmuş mudur; Athena kılıcıyla korkutmuş mudur birliğin diğer üyelerini; Aphrodite güzelliği ile büyülemiş midir insanoğlunu; bu başarıda Tanrıların payı var mıdır; insanoğlu ile beraber paylaştıkları bu topraklara katkıda bulunmuşlar mıdır, bilinmez...


Şimdilerde Tahtalı Dağı olarak bilinen Olympos Dağı’ndan adını alan kentin geçmişine dair net bilgilere henüz ulaşılmış değil. Henüz yeterince araştırılmamış, tüm incelemeleri tamamlanmamış bir ören yeri olarak hizmet veren Olympos, hem Tanrılara hem de korsanlara yıllarca ev sahipliği yapmış. Görkemli ve gizemli güzelliği, saklı ama ulaşılması kolay yerleşimi ile hep sükûnet ararken hep karmaşanın ortasında bulmuş kendini Olympos sakinleri. Ondandır ki ne korsanlar geldiğinde onlarla işbirliği yapmaktan ne de başka bir saldırıyla karşılaştıklarında pratik çözümler üretmekten uzak durmamışlar. Olympos’a giren herkesin genlerinde vardır huzur, sakinlik ve miskinlik beklentisi. İşte bu hissiyat ta o günlerden kalmadır. Olympos’un doğasına işlemiş, suyunda can bulmuş, rüzgârlarıyla baştan sona sarıp sarmalamıştır bu beklentiler sınırlarından içeri girenleri...


Eskiden gemiler, Akçay deresinin aktığı bir vadi içerisine kurulu bu görkemli ve gizemli kentin içine, derenin kanal haline getirilmiş olması sayesinde girebilmekteydiler. Şimdilerde derenin içinden geçerek denize gidiyor Olympos ziyaretçileri. Çoğunun gözü şöyle bir geziniyor antik kentin kalıntılarında ama çok da fazla zahmete katlanıp keşfe çıkan yok aralarında.


Artık herkes biliyor Olympos’un ağaç evlerini. Neredeyse Kadir’in Ağaç Evleri, Olympos kentinden daha çok ziyaret edilir oldu. Tüm görkemiyle, tüm güzelliğiyle yollarımıza eşlik eden antik kent, yalnızlığını haykırıyor adeta kaybolmaya yüz tuttuğu yeşilliklerin arasından. Eskiden sırtına çantasını atan, ya otostopla ya da yürüyerek tatil yapan gezginci, maceraperest insanların başlıca mekânları arasındaydı Olympos. Olympos’a sadece Olympos’un geçmişinden bugüne gelen huzur, yalnızlık, sakinlik ve özgürlük duygularını paylaşmaya gelirdi insanlar. Olympos da büyük bir cömertlikle sunardı onlara tüm sahibi olduğu güzellikleri. Ama şimdiki durumuna bakılırsa çok değil az bir zaman sonra Zeus kükreyecek, Kimera tekrar dirilecek ve Ares yüzünü Olympos’a çevirecek. İşte o zaman Olympos’u ister istemez terk edecek tüm bu kalabalıklar ve işte o zaman Olympos tekrar sakinliğine, yani benliğine, gerçekliğine kavuşacak...


Hâlâ vazgeçemediyseniz Olympos’un güzelliğinden; tüm kalabalık ve Olympos’a ait olmayan insan keşmekeşinden hâlâ bezmediyseniz, “Bayram’ın Yeri” Olympos’ta Olympos ruhuna sahip kişilerin ilk tercih ettikleri yer olarak dikkati çekiyor. Ağaç evleri, sakin ve seçkin müzik yayını, tamamen dinlence amaçlı oluşturulmuş ortak alanı ile leziz yemekleri bütünleşince hem Türk hem de yabancı, gerçek manada sırt çantalıların yeri haline gelmiş. Denize de diğerlerine oranla yakın olması ise bir başka güzelliği... Gece yemek ardından, kumsala doğru yola düşerken, elimizdeki fenerler bile antik kentin o tamamen terk edilmiş, tamamen kaderiyle baş başa bırakılmış görüntüsünü aydınlatmaya yetmiyor. Ne olursa olsun kumsala çıkmadan önce selamlıyoruz Kaptan Eudomos’un lahdini ve ay ışığı sessiz, sonsuz denizin üstüne yansıyarak karşılıyor bizleri. O anda Olympos’tasınızdır işte... O anda Olympos selamlar, sarmalar ve size güzelliklerini sunmaya başlar... Dönüp arkanıza sarp dağlara doğru baktığınızda Olymposluların ışıltılı, sessiz, sakin güzelliklerini görürsünüz adeta...


Gün doğumuna kadar ayrılamazsınız bulunduğunuz kumsaldan... Ne gelen giden sahilin köpekleri ne ikide bir sizi dürtükleyen böcekler keyfinizi kaçıramaz; çünkü kalabalıklar yoktur artık, çünkü ses, gürültü, bağrış çağrış yoktur; sonsuz bir dinginlikle denize, gökyüzüne ve elbet Olympos’un ruhuna bırakırsınız kendinizi. Gün doğumu ise renk skalasının ne kadar çok çeşitliliğe sahip olduğunu hatırlatırcasına denizin üstünden gerçekleşir. Güneş, hafif hafif gülümser, günaydın der sahildeki uyuklayan misafirlere. Sonra inatçı misafirleri keskin bakışlarıyla kendine getirir; illa zorunlu kılar kendine bakmaya. Şimdi denize girip ayılma ve pansiyonların yolunu tutma vaktidir. Zira güneş öğleden sonra 16:00’ya kadar bir gıdım gölgeye müsaade etmeyecektir Çıralı Plajı’nda...


İşte böyle bir yer var, adı Olympos; ama onu anlatmak bile istemiyorum yazıyla... Aslında böyle bir yer var, biliyorum ve işte fotoğraflar anlatıyor her şeyi tamam ama yazmak istemiyor insan; yazdıkça yozlaştığını, yazdıkça kalabalıklaştığını, yazdıkça yok olduğunu gördüğü için... Eğer Olympos’un ruhundaki özgürlüğü, sakinliği, doğallığı, natürel yaşamı içinizde hissetmiyorsanız gitmeyin Olympos’a; bırakın bir yer de sizin ihtiyacınızı karşılamayıversin. Bırakın bir yer de olduğu gibi, kendi gibi kalsın...


Şimdi Olympos Antik Kenti içinden geçip denize doğru ilerlerken önümde yürüyen kalabalıkları görmezden gelemiyor; ister istemez “neden?” diyorum. Tüm Olympos tutkunları gibi şikâyetçiyim elbet bu kalabalıktan, bu keşmekeşten, umarsızca büyümeden, her zevke hitap eden yerlerin açılmasından. Şikâyetçiyim ve Olympos’u Olympos yapan değerlerin farkına varmaksızın Olympos’a gelenlere sadece, “Korsanlar bassın pansiyonunuzu” demek geçiyor içimden...


YANARTAŞ


2500 yıldan beri yanan ateşiyle Yanartaş, mitolojik efsanelerdeki yerini hakkıyla edinmiştir. Khimaira, ağzından ve burnundan çıkardığı alevleriyle korku ve dehşet saçarken, Bellerophontes onu öldürmeseydi belki bugün “Yanartaş”a çıkmak için bir nedenimiz olmayacaktı ya da insanoğlunun bitmek tükenmek bilmeyen hayal gücü yepyeni efsaneler uyduracaktı kendi halinde 2500 yıldır yanan taşlar için...


Efsanevi Yanartaş’ı görmek üzere Olympos’tan kalkan dolmuştaki yerimizi aldığımızda fenerlerimizi getiren şoförümüz, yolların karanlık olduğunu, fenersiz yürüyemeyeceğimizi söylüyordu. Gerçekten de Yanartaş mevkiine geldiğimizde tamamen bilgisiz, neyle karşılaşabileceğinin bilincinden uzak, yani tam anlamıyla turist tiplerdik ki ayaklarımıza nasıl olduysa giydiğimiz spor ayakkabılarımıza şükretmeye daha yolun başında başlamıştık. Hem karanlık hem de patika yol, tepeye çıkışı gittikçe zorlaştırırken, havanın sıcaklığı da eklendiğinde tam anlamıyla eziyete dönüşüyor; Yanartaş bize beklentimizi ve bunca emeğimizin karşılığını vermezse ne yaparız diye düşünüyorduk. Artık terden ve tıkanmış nefeslerimizden bitap düşmüş halde Bellerophontes’e daha büyük saygı duymaktan başka bir çaremiz kalmamıştı. Bu yorgunluğun üzerine bir canavarla savaşmak ha...


Sonunda dizlerimizin bağı çözülmüş vaziyette tepenin üstüne vardığımızda, kalabalık arasından parlayan alevleri görünce anladık ki varmıştık. O kadar sıcaktı ve biz ter kan içindeydik ki değil alevlere yaklaşmak, görmek bile ilk anda pek zevk vermiyordu. Biraz soluklanıp olaya bütünsel olarak baktığımızda taşlar arasından sızan gazla birbirinden kopuk pek çok yerden parlayan alevler, aslında ortamı olabildiğince mistikleştiriyor; etraftaki insanların keyifli sohbetleri ve kimilerinin şarkıları keyfimizi arttırıyordu. Gökyüzünün karanlık görüntüsünde alevlere eşlik eden yıldızlar Yanartaş’tan inme zorunluluğumuzu sürekli unutmamıza yol açsa da aramızdan biri “artık dönme vakti” diyerek zorlu etabın ikinci turunun başlaması gerektiğini hatırlatıyordu.


“Yanartaş”, Olympos ya da çevresine gelenler için mutlaka görülmesi gereken bir yer. Ancak yola çıkmadan önce iyi aydınlatan fener, spor kıyafet ve ayakkabılar, bir de bol miktarda su stoku ile yola çıkmayı unutmayın. Khimaira taşların altına gömülmüşse de alevlerinin gücünü hâlâ ve sonuna kadar hissettiriyor ziyaretine gelenlere...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder