31 Ekim 2011 Pazartesi

YAKIN TARİHTEN BİR SAYFA: KAYAKÖY


“Rahmetli babacığım, Kaya doğumludur. Kaya’da hâkimiyet, egemenlik, istiklal, bayrak, devlet benim ama söz sahibi, güç sahibi, iş sahibi Rumlar. Türkler daha yoksul onlara göre. Birkaç kişi sadece müstesna, diğer halk onların emrinde... Sordum babacığıma, ‘Baba, öğrenmek istiyorum,’ dedim, ‘mükellefiyete doğru giderken, akıl ve izanın komutasına doğru geçerken, bu Rumlar bir dağdan bir dağa bu şehri kurarken, siz ne yaptınız; sizin elinizi kolunuzu bağlayan mı oldu? Onlar bu eserleri meydana getirirken, bu merhaleleri çıkarlarken, buralara varırlarken, siz ne yaptınız? Gayet rahat, o kadar halim selim bir davranışla, ‘Oğlum, bizim ne yaptığımızı mı soruyorsun? Biz harp ettik harp; vatan kurtaracağız diye harp ettik! Balkanlar’dan geldik Çanakkale’ye, Çanakkale’den geldik Dünya Harbi’ne, Dünya Harbi’nden geldik İstiklal Savaşı’na gittik. Biz mütemadiyen harp ettik; onlar da bu sırada eser meydana getirmiş, şehir kurmuş.’ dedi. O güçlü devlet, o büyük devlet, dünya devleti Osmanlı İmparatorluğu çöküntü yıllarındayken, arkası arkasına harpler yaşanıyor. Yerli halk, yetişen evladını cepheye gönderiyor. Anaları babaları, biriktirdiği üç kuruşu evladının cebine katıyor. Garip düşüyor dolayısıyla Türkler ve Rumlarsa, git gide geliştiriyorlar kendilerini; sıkışan halkın malını mülkünü de satın alarak güçleniyorlar…”


Çakmak çakmak gözleri buğulu, vücudu dik, 80’li yaşlarının sonunda olmasına rağmen o günleri anlatırken babasının küçük oğlu olduğu, o gururla dikleştiği hissediliyor her kelimenin ağzından çıkışında. Kayaköy’de yaşananların son canlı tanıklarından birisi Yaşar Gökçe. Fethiye’nin çalışkan, kültürlü, varlıklı ailelerinden birine mensup. O günleri bugün gibi hatırlayacak kadar dinç; sadece Kayaköy’ü değil, İstiklal Savaşı yıllarını da hatırladıkça sesi gürleşen, gözlerinden gururla karışık isyan fışkıran, tarihin canlı tanığı o.

 Antik Karmilassos kenti üzerine kurulmuş olan Kayaköy’ün kuruluş tarihi tam olarak bilinmese de 13-14. yy’lara kadar izler bulunuyor. Kuruluşundan itibaren, yoğun olarak Anadolu Rumlarının yerleşim alanı olmuş. 1922’de yaşanan mübadele ile Rumların gidişinin ardından sessizliğe ve yalnızlığa terk edilmiş olan Kayaköy, o zamanlardaki adıyla Levissi, günümüzde Fethiye’nin önemli turistik merkezleri arasındaki yerini almış durumda.

Hayaller ve Gerçekler

Kayaköy’e ilk gidişimde, üç boyutlu bir tablonun karşısında gibi hissetmiştim kendimi. Yaprakların dahi kıpırdamadığı, sesten, insandan, yaşamdan yoksun; terk edilmişliği, yalnızlığı, sessizliği ve belki de hiçliği anlatan bir tabloydu karşımdaki. Kiliselerin isimlerini, evlerin numaralarını, sokakların adlarını merak etmeden; sadece Levissi’de olan biteni düşünerek, o sokaklarda yaşanan günlerin içinden geçerek gezmiştim tamamını. Evlerin çatılarının ve kapılarının olduğu, sokaklarında çocukların düdük seslerinin duyulduğu, çan seslerine ezan seslerinin karıştığı, hem Hıristiyan hem de Müslüman geleneklerinin Rum-Türk ayırmadan birlikte gerçekleştirildiği, ötekileştirmenin yaşanmadığı o bol güneşli günleri tatmaktı amacım. Becereceğimi sanmıştım; Kayaköy’ün Levissi yıllarını, sokaklarında gezerken, biraz hayal biraz gerçek katarak anlarım sanmıştım, yanılmışım…


Çok daha derin derin solumak lazım Kayaköy’ü; geçmişi anlamak, yaşananları hissetmek, dünle bugün arasında güçlü köprüler kurabilmek için. Çok daha fazla düşünmek lazım; nedenleri, ne içinleri akıldan kovuşturmak yerine, cevapları bulmak için peşinden koşmak lazım… Sadece Kayaköy’de yaşanmadı mübadele, sadece Kayaköy’ün cezası olmamalıydı yalnızlık, terk edilmişlik; tüm ülkede parça parça pek çok yerde yaşandı ama üstüne başka yaşamlar kuruldu kalanların. Böylesine açık bir tarih sayfası, başka hiçbir yerde kalmadı. Kayaköy, her şeyden önce mübadelenin bıraktığı ruh hâlini yansıtıyordu neredeyse bir yüz yıldır. Terk edilmişlik, yıkıntı, gözyaşıydı sakladıkları. Yapılanların ya da yaşananların doğruluğunu tartışmaktan öte bir şeydi Kayaköy’ü gezmek; yüz yıl önce yaşananları bugün dahi görebilmekti.


Kayaköy’ü daha iyi soluyabilmek adına tekrar gittiğimde, bu defa sokakları gezmenin dışında, o sokakları çok daha fazla gezmiş, belki o yılların tanıklıklarını taşıyan, belki de tanıklarını tanıyan birilerinin peşine düşmekti amacım. Hayallerimdeki Levissi ile gerçek Levissi arasında bir bağ kurmak için birkaç söze, anlatıya ihtiyacım vardı. Bu defa becermek zorundaydım anlamayı…


Dostluk ve Barış Kenti


“Daha belediye binasının bahçesinde şok yaşadık. Bahçede iki elden oluşan bir heykel vardı ve bu iki el sıkışır hâldeydi. Türk-Yunan dostluğunu temsil ediyordu ve tüm göçmenlerin adı yazılıydı altında. Belediye binasının içine girince de kocaman bir Fethiye resmi ile karşılaşmıştık; Fethiye’nin Makri olduğu dönemlerden bir resimdi. Kayaköy ve Fethiye’nin orada ne kadar çok yaşadığını hissediyorsunuz yani. Heyecanlı bir buluşma ve kucaklaşma oldu aslında. Herkes bizi candan karşıladı. Yemeğe davet ettiler ve yemek inanılmaz güzeldi; sıcak bir karşılamaydı. Orada tanıştıklarımız, ikinci ve üçüncü kuşak olmasına rağmen, büyüklerinin geçmişini sahiplenmişler; hâlâ Türkçe konuşanlar varmış evlerinde. Büyüklerinin hiçbiri Yunanca bilmiyormuş zaten o tarafa gittiklerinde. Giderken ağlayarak, üzülerek ve döneceklerini düşünerek gitmişler; ne olduğunu çok anlayamadan, verilen kısa zamanda boşaltmışlar buraları.”


Mimarlar Odası ve TÜRSAB’ın girişimleriyle, Oktay Ekinci’nin de desteğiyle 1989 yılında “Kayaköy, Dostluk ve Barış Kenti” isimli bir proje başlatılır. Bu proje kapsamında çalışanlardan birkaç kişilik bir ekip, konuyla ilgili düzenlenen bir konferansa katılmak üzere Selanik’e giderler. Orada, Kayaköy’ü tanıtmanın dışında, proje kapsamında yapılması planlanan sanat sokağından, restorasyon çalışmalarından da bahsederler. Konferans sonunda, eşinin ailesi de Kayaköy mübadillerinden bir aileden gelen Yunanistan Turizm Müdürü tarafından, Kayaköy’den gelen mübadillerin yaşadığı yere gitmek üzere davet edilirler. Atina’nın kıyısında, Neo Makri (Yeni Fethiye) ve Neo Levissi (Yeni Kayaköy) olarak adlandırılmış mübadillerin yeni yaşam yerlerine geldiklerinde şaşkına dönerler. Çünkü Neo Makri tıpkı Fethiye gibi deniz kıyısı bir liman iken, Neo Levissi yamaca kurulmuş evlerden oluşmaktaymış. Bu geziye katılmış olan Mimar Sema Kumyol Ritpath, yukarıdaki sözleriyle bile hissettiriyor yaşadığı heyecanı. Türk-Yunan ortak projesi olan “Dostluk ve Barış Projesi” kapsamında gerçekleştirilen konferanslar sayesinde, Kayaköy’de o günleri yaşayanlardan edindikleri izlenimlerin benzerlerini suyun öte yanında da edinmiş olurlar. Yaşananlar, halklar arasında kopma, düşmanlık, maraz doğurmazken aksine bağların güçlenmesini, güzel günlere dair anıların bugün gibi hatırlanmasını ve yaşatılmasını sağlamış. Ancak proje yine siyasi sebeplerle rafa kaldırıldığı için yarım kalmış. Projenin başından beri Kayaköy’de bulunan ve projenin Kayaköy ayağını Mimarlar Odası adına yürüten Mimar Cahit Engin, yarım kalmış olsa da projenin değerlendirmesini yaparken, geleceğe dönük umut taşıyor:


“Bu proje kapsamında, komisyonlarda yer aldım, öğrenci çalışmalarını yürüttüm ve çeşitli projeler gerçekleştirdik. Öğrenci çalışmaları, 2000’li yılların başlarında, TÜRSAB’ın katkılarıyla gerçekleşti. Buraya gelen tüm öğrenciler, buradan Kayaköy âşığı olarak döndü. Çok iyi restoratörler, mimarlar yetişti. Projenin bir başka yönü de Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin öğrencilerinin buluşmasıydı ve o da burada yapıldı. Onlar da bu proje çerçevesinde çalışmalar yaptılar ve biz de böylece bol miktarda belgeye sahip olduk.

 Avrupa Ekonomik Topluluğu ülkelerinin komşu ülkeleri desteklemeleri amacıyla oluşturulmuş bir fon söz konusuydu ve topluluk üyesi olan Yunanistan da bu fon için Kayaköy’deki Dostluk ve Barış Kenti Projesi adına başvurmuştu. Ama maalesef, fon çıktığı hâlde Türkiye hükümeti tarafından kabul edilmediği için kullanılamadı ve proje yarım kaldı.

Bütün tabiat olaylarıyla birlikte, Kayaköy yıpranıyor; incir ağaçları duvarları patlatıyor, erozyon, rüzgâr, insan faktörü derken yıpranıyor. Bizim dostluk ve barış kentindeki amacımız, Kayaköy’ün tümünü ele almak maalesef değildi; çünkü çok fazla sayıda ev var burada. Bir sokak bazında bunu ele alıp, o sokağı restore ederek çeşitli sanat atölyeleri oluşturmak, sanatçıları davet etmek, pansiyon konuk evleri yaratmak gibi bir kültür sokağı oluşturmaktı. Kiliselerden birini de kültür merkezi hâline getirmekti. Bu proje hâlâ devam ediyor aslında. Gelecekte projemizi gerçekleştirme inancımızı tabii ki koruyoruz; o örnek sokağı yapmak istiyoruz ama ne zaman, nasıl gerçekleştiririz onu bilemiyoruz. Büyük firmaların bu restorasyonu aldığına dair bazı haberler alıyoruz ama henüz gerçekleşen bir şey olmadı. Hatta dünya barış ve dostluk kenti olduğu için bunu farklı ülkelere verelim diye düşünceler de var aklımızda.”

Kanatsız Kuşlar

“Çok da uzun olmayan bir süre önce Rodos’tan bir papaz, Fethiye’den de bir imam gelip Aya Nikola Kilisesi’nin kırık dökük dış kabuğunun içinde, bir zamanlar yalnızca Türkçe konuşan ama Yunanca yazan Hıristiyanlar ile yine yalnızca Türkçe konuşan ama Yunanca yazan Müslümanların bir arada yaşadıkları bu kasabanın ve halkının yeniden doğması için birlikte dua etmiş bulunuyorlar. Ancak, ne en iyisi kendisi tarafından bilinen nedenlerle Tanrı, ne de masraf gibi ikna edici bir nedenle Türk Hükümeti, imamın dualarına cevap vermiş bulunuyor ve Bizans döneminde Rumca adı ‘Paleoperiboli’ olan Eskibahçe Kasabası, bir mezar kitabesinden bile yoksun ve kimse tarafından hatırlanmaksızın ölüm uykusunu sürdürüyor.”1


İsimler değişmiş, hayali karakterler eklemlenmiş olsa da yukarıda bir kısmını alıntıladığım, Louis de Bernieres’in muhteşem romanı “Kanatsız Kuşlar”, tüm objektifliğiyle ve Kayaköy’de yaşananları merkeze alarak, o yıllarda Anadolu’da olan biteni büyüleyici bir dille aktarıyor. Rumları konuşturuyor, Türkleri konuşturuyor; bireyleri tek tek ele alarak, onların özünde ne kadar farklı insanlarken topluluk içinde değişmelerini, toplumsal sıkıntıların kişiliklerinde yarattığı farklılıkları gösteriyor. Öyle ki bu romanda sadece karakterler değil, Kayaköy dahi konuşuyor ve ben bu sayede yeniden gezerken Kayaköy sokaklarını, çok daha iyi anlayabiliyorum artık olanları. Kişilere, bireyler arasında olanlara, halklara inmeden Kayaköy’ün terk edilmişliğinin nedenini anlamak gerektiğini düşünüyorum.


Yıl 1990, Rodos’tan bir papaz ve Fethiye’den İmam Ali, Meryem Ana Kilisesi’nde dostluk ve barış adına birlikte dua ediyorlar… Aynı yıllarda, bir proje adını duyuruyor: “Kayaköy, Dostluk ve Barış Kenti”… Kayaköy’ün adı, bu iki nedenle daha bir duyulur olmaya başlıyor ve öğreniliyor ki mübadele sonucu Kayaköy’den giden insanların çocukları, memleket bildikleri Kayaköy’e her yıl ziyarete geliyorlar. Papaz ve imamın duaları, projenin amacı tam olarak gerçek olmasa da herkes biliyor artık burada yaşayan Türk ve Rumların bir arada dostluk içinde yaşayıp gittiklerini ve Rumlar giderken, iki millettin de gözyaşı döktüğünü. Bu kıyıda o günleri hatırlayanlar gibi diğer kıyıda da o günleri hatırlayanların hep sevgi ve özlemle o günleri anlattıklarını biliyor artık herkes. Hükümetler anlaşmayı beceremese de halklar kaynaşmaya devam ediyor. Kayaköy’de Dostluk ve Barış Kenti Projesi tam olarak hayata geçemese de kurulan Kayaköy Sanat Kampı, her yıl farklı ülkelerden insanları bir araya getirerek, Kayaköy’de uluslararası bir kaynaşma noktası oluşturuyor.


Sivil Mimari Örneği

Levissi kentini kuranlar, denize yakın ama havası özel, sağlıklı ve serin olan bu mevkide, tarımsal faaliyete elverişli bir toprak olmaması nedeniyle dağın yamacında yaşam kurmayı tercih etmişler. Tarım yapacakları ovanın boş bırakıldığı, dağ yamacı üzerinde, birbirinin manzarasını kesmeyecek ve her evin güneş almasını sağlayacak biçimde inşa edilen evlerden, dar ve hepsi küçük meydanlara açılan sokaklardan oluşan Kayaköy, muhteşem bir sivil mimari örneği olarak tanımlanıyor. Kayaköy evlerinin mimari detaylarını, Mimar Cahit Engin şöyle özetliyor:


“Yurdumuz, kültürlerin üst üste yerleşimine sahne olduğu gibi, burası da Likya dönemi izlerini dahi barındıran bir yerleşim. Üç bin denen bir yapı rakamı var Kayaköy’de. Sokağa açık ama avludan içeri girdiğiniz anda içe dönük yaşamı olan evler. Her evin bir avlusu, avlu içinde sarnıçları var. Susuzluktan dolayı, yağmur sularını çatılardan akıtıp burada biriktirme yoluyla su elde ediyorlarmış ve bu nedenle de suyu çok dikkatli kullanıyorlarmış. Korunma amaçlı olarak, dağın arka yüzünde deniz olmasına rağmen sırtlarını denize yaslanmış, dışarıdan gelecek saldırılara karşı tepelere yerleştirilmiş gözetleme kuleleriyle de kendilerini güven altına almış durumdalar. Bir mahalle, bir sokak ilişkisi var ev ilişkisinden çok. Kilise yapıları oldukça sağlam durumda. Onlar, bu yörede çıkan özel bir malzeme kullanılarak yapılmış. Aynı çimento gibi bağlayıcılığı olan bir malzeme bu; onunla bu yapıları yapmışlar. Ayrıca, bazı tören alanları var. Gözetleme kulelerinden merkeze inen ana merdivenler mesela törenler için kullanılırmış. Eskiden burada yaşamış olan büyüklerimizin anlattığına göre, evlenecek bir çift, gözetleme kulelerinin oradan yavaş yavaş merdivenlerden inermiş ve indikçe arkasındaki halk kalabalığı büyür, çiftle birlikte tüm kasaba halkı da meydana inermiş. Müthiş bir kalabalık olurmuş. Müzik ve eğlence ile dolu dolu geçen bir hayat söz konusu.”


Koruma Altına Alınan ve Turizme Açılan Kent

1922 yılında yaşanan mübadele anlaşmasının ardından, Kayaköy’deki Rumlar Yunanistan’a yolcu edilirken, Selanik’teki Türkler de Kayaköy’e doğru yola çıkarlar. Kayaköy’e geldiklerinde, alıştıkları coğrafyanın çok dışında bir coğrafya olan bu yerden hoşnut kalmazlar ve burada yaşamayı reddederler. Bir kısmı Kayaköy eteklerindeki ovaya yerleşirken, büyük çoğunluğu başka kentlere yola çıkar. Kayaköy’ü bugün diğer Rumların terk ettiği yerlerden ayrıcalıklı kılan da budur. Rumların gidişinin ardından yapıların bir daha kullanılmayarak boş bırakılması, tarih sayfasının hiç kapanmamasına yol açmış. 50’li yıllarda yaşanan deprem, diğer doğal sebepler gibi kenti yıpratan sebeplerin dışında, hazine avcılarının da buraları delik deşik etmesi iyiden iyiye yıpranmasını sağlamış Kayaköy’ün. Bir zamanların okullarıyla, eczanesi, doktorları, satış yerleriyle üst seviye yaşam koşullarının sunulduğu Kayaköy’ü, gün geçtikçe viraneye dönüşmeye başlamış. Özellikle, giden Rumların nasılsa döneceğiz düşüncesiyle buralardan gitmiş olması ve bunun bilinmesi, hazine avcılarında Rumların giderken değerli eşyalarını evlerinde bir yerlere sakladıkları izlenimini doğurunca, delinmedik yer bırakılmamış. İşlemeli, değerli ahşap kapılarsa tek tek sökülerek, yapılan yeni evler için satılmış. Tüm bunlar yaşandıktan sonra SİT alanı ilan edilen ve koruma altına alınan Kayaköy, şimdi hepsi kapısız, tavansız ve kat aralıkları dahi yıkılmış olarak, bir siluet gibi uyuyor dağın yamacında.


Şu an en iyi durumda olan kilise yapıları dışında, evlerin hemen hiçbirisi o dönem mimarisini birebir sergileyebilecek durumda değil. Ama her şeye rağmen, dar sokaklar arasında gezerken, kafanızı bir evin eşiğinden içeri doğru uzattığınızda, evin yapısı hakkında az ya da çok hayal kurma şansına sahipsiniz. Çoğu iki katlı olarak inşa edilen bu taş evlerin ikinci katında yaşam sürerken, alt kat genellikle hayvanların barınması için kullanılıyormuş.


Rumların gidişinin ardından Fethiye’nin gelişmesine kadar Türkler de yamacın altındaki ovada yerleşmeyi tercih etmiş, daha sonra da çoğunluğu Fethiye’ye yerleşmiş. Şimdi bir kısmı köy, diğer kısmı ise kentlerden sıkılıp göçen entelektüel insanların evlerini barındıran yapılarıyla kasabavari bir yer hâline gelen Kayaköy yerleşimi, SİT alanı olması nedeniyle kaçak yapılarla günden güne büyüyor. İmar planının çıkarılmasında yaşanan sorunlar, köylüyü de buraya yerleşmiş olan eski kentlileri de çileden çıkarıp, zor durumda bırakınca, kimi yöreye uyumlu taş ya da ahşap yapılarıyla kimi de olabildiğince sakil duran betonarme yapılarla bu kaçak sayısının büyümesine yol açmış.


“Yeni yapılanmalar da Kayaköy’ün bir açmazı. 10 seneyi aşkın zamandır, çeşitli resmi kurumların yetki sorunundan dolayı, buranın koruma amaçlı imar planı yapılamadı. Son beş altı yıl içinde, buraya 400’ün üzerinde kaçak yapı yapıldı. İmar planı daha yeni bitirildi. Bu, halkı patlama noktasına getirdi ve kaçak göçek bir şeyler yapıldı. Baştan bir takım yapı izinleri biçimlendirilmiş ve verilmiş olsaydı, çok daha sağlıklı bir yapılaşma gelişmiş olacaktı burada. Köylü bu anlamda kızgın açıkçası çünkü hiçbir şey yapamıyordu. Yeni imar planına göre bu tarihi anlamdaki bölgede pek fazla bir şey yapılmıyor zaten sadece onarım izni var; ama diğer bölgelerde de az yüzdelerle taş, ahşap gibi doğal yapıyı bozmayacak bir yapılaşmaya izin veriliyor. Bizler de bunun bir zararını görmüyoruz. Köylü daha fazla parselleşmenin yapılıp, daha çok yapılaşma sağlamak istiyordu ama bu zaten yanlış bir şey, o nedenle memnunuz. Şu anda tüm kaçak yapıların yıkım kararı var; ama ne zaman, ne kadar uygulanır bilemem.” diyor Mimar Cahit Engin yeni imar planı konusunda.


Artık tarımdan istedikleri karşılığı alamayan köylüler, kendilerine yetecek üretimi yapmak dışında çok büyük tarımsal faaliyete girmiyorlar. Bu nedenle, köyün kahvesi yaz kış dolup taşıyor. Mis kokulu ada çayı eşliğinde eski Levissi kenti kalıntılarını izlerken kahvede, Muhtar Erdoğan Kaya ile sohbet ediyorum. Kayaköy’ün en eski ve varlıklı ailelerinden birinden gelen Erdoğan Kaya, 10 yıldır Kayaköy’ün muhtarlığını yapıyor. Köye verdiği emek ve değerle, tüm köylülerin ve hatta Fethiyelilerin sevgisini ve saygısını kazanmış bir muhtar. 10 yıl önce görevi devraldığında, sokaklarından kıyılarına kadar her yeri virane hâlinde olan köye çeki düzen vererek, özellikle Gemiler Koyu’nu halkın kullanımına açacak yatırımı yaparak, tek kelimeyle bir eser ortaya koymuş. Bugüne kadar Kayaköy’ü rant olarak gören ve bu amaçla ziyarete gelen herkesi de kovuşturmayı becermiş. Ailesinin mirası olarak gördüğü köyü canla başla yeniden yapılandırıp, savunan Kaya, “Dünyanın zengini olmanın bir kıymeti yok; en önemli şey bir eser ortaya koyabilmektir. Biz de Allah’a çok şükür ekonomik bir sıkıntımız olmadığı için bir eserimiz olsun diye uğraştık ve buraya sahip çıkmaya çalıştık.” diyor. Gençler, turizmle ve sanatla ilgilenirken, yaşlılar ufak tefek tarla işini yapıp daha çok vakit öldürüyorlarmış Erdoğan Kaya’nın söylediğine göre. Sanat ve eğitim, köylünün en değer verdiği şeyler arasında geldiği için o da burada sadece sanatsal değeri olan girişimlere destek olabileceğini söylemekten geri durmuyor.


Kayaköy’ün eski yerleşiminde sırtını verdiği dağın tam arkasında yer alıyor deniz. O nedenle, tarihi kentin, biraz zahmetli de olsa en tepesine çıktığınızda, muhteşem bir manzara dört bir yandan ayaklarınızın altına seriliyor. Bir yanda terk edilmiş ama hepsi bir düzen içerisinde yer alan evleriyle Kayaköy, diğer yanda Gemiler Koyu; esen serinletici rüzgâr da cabası…


Bazen koşullar, doğru olanı değil yapılması gerekeni yapmayı zorunlu kılar ve doğru, pek çok nedenle göreceli bir kavramdır. Dünün doğruları bugünle çelişebilir ama objektif olmak, varsa eksikleri, yanlışları görmezden gelmek yerine düzeltmeye çalışmak en iyisidir. O yüzden Kayaköy, açık bir tarih sayfası olma niteliğinden kurtulmalı, yapılan projeler yetkililer tarafından değerlendirilerek desteklenmeli; geçmişte yaşananlar bir yana bırakılarak, dostluk ve barış için Kayaköy’den yola çıkılması hepimizin ortak dileği olmalıdır.

Not: Bu dosyanın hazırlanmasındaki desteğinden dolayı Mimar Cahit Engin’e sonsuz teşekkürlerimle…


Dip Not:

1-       Louis de Bernieres, “Kanatsız Kuşlar”, Altın Kitaplar, 2007, Sayfa: 42

Kaynaklar:

  • “Gezi Türkiye”, Ekin Grubu Yayınları, 2007
  • “Türkiye’de Görülmesi Gereken 101 Yer”, Boyut Yayın Grubu, 2008
  • Deniz Som, “Gide Gele Anadolu”, Günizi Yayıncılık, 2005

1 yorum:

  1. İki ay önce Kalymnos adasında bir Avusturalyalı ile tanıştım. Türk olduğumu duyunca Louis de Bernieres'in Kanatsız Kuşlar romanını okumamı önerdi. Türk ve Yunan kültürleri, Ege coğrafyasındaki ortak değerler üzerine sohbet edip ayrıldık. Yaşadığım yer olan Bodrum'a dönünce kitabı alıp okumaya başladım. Bir yerde Paleoperiboli adı geçince Google'da ararke sizin bloğunuza denk geldim. Yıllardır Fethiye'ye, Kayaköy'e kışları gider gezerim. Bu yazınızdan çok faydalandım. Size teşekkür etmek istedim.

    YanıtlaSil