13 Ağustos 2012 Pazartesi

SINIRDAKİ TARİH: ANİ HARABELERİ




Hiçbir sınır böylesine nakış gibi dokunmamıştır. Hiçbir sınır, tarihin kokusunu böylesine sarıp sarmalayıp, dünden bugüne yaşam dersi vermek istercesine göz kamaştırmaya çalışmamıştır. Aynı zamanda, hiçbir sınır bu kadar çok polemiğin konusu olup insanların kafasını karıştırmamıştır. Kars’ın 45 km. uzağında yer alan ve Ermenistan’a sınır olan Ani Harabeleri, işte tam da böyle bir sınır çizgisidir. Arpaçay Nehri’nin coşkun akışına aldırmaksızın ondan daha büyük ihtişam sunan Ani Harabeleri, pek çok tarihi bilgiyi içinde barındırmaktadır. Sanki tarih sayfalarının içinde dolaşırsınız her attığınız adımda. Zaten tarih kitaplarını karıştırdığınızda, buraya dair bilgilerde birbirinden farklı açıklamalara rastlayabilir, kafanızı karıştırabilirsiniz; iyisi mi siz siz olun, gezin, görün kendiniz karar verin. Bir yanınızda Kral III. Aşot’un yaptırdığı eserler, diğer yanınızda Selçukluların Anadolu’da ilk aldıkları toprak olması nedeniyle ilk yaptıkları caminin kalıntıları, öte yanınızda Gürcü kaleleri ve daha niceleri…



Ermeni, Selçuklu, Gürcü, Bizans eserleri iç içe geçmiş, bir bütün olmuş, öylece, yıllara meydan okurcasına ayakta durmayı bilmiştir tüm görkemleriyle. Tüy gibi bulutlara hükmeden masmavi gökyüzünün sunduğu ışıkla, önünüze çıkan her taşın altını üstünü kurcalayasınız, kimlerden kalmış, daha önce kimler dokunmuş bunlara diye inceleyesiniz gelir. Ülkemizin her yanına yayılmış olan tarih hazinelerinden birisidir üzerinde gezdiğimiz. Herkesin mutlaka görmesi, mutlaka gezmesi gereken bir yerdir Ani Harabeleri. Harabelerin hemen yanında yer alan Ocak Köyü çobanları dertlidir yalnız; çünkü inekleri ve koyunları sınır tanımaksızın karşı tarafa geçmekte; onlara da sabredip geri döner mi acaba diye beklemek düşmektedir. Karşılaştığımız Çoban Ahmet de bir yandan gülmekte, diğer yandan tüm araziyi gözden geçirip Sarı Kız’ı aramaktadır. Bir yandan bize laf yetiştirme derdiyle: “Bu hep böyle yapıyor zaten. Ne yapayım kaç defa geri geldi, yine gelir. Danası var emzireceği; gelir mutlaka…” diye sözlerine başlayıp, bildiği yarım yamalak bilgilerle, bize neyin ne olduğunu kaç yılında yapıldığını anlatmaya çalışıyor. Diğer yandan da komşu ülkenin taş ocağından dert yanıyor; sürekli deprem yaşıyor olduklarını, eserlerin pek çoğunun bu nedenle tahrip olduğunu söylüyor. Sonra da biraz bakınayım ben şu sarı kıza deyip gidiyor. Bizse fotoğrafını çektiğimiz tarihi içimize çekiyoruz aynı zamanda.




Bu volkanik tüf tabakası üzerine kurulmuş olan Orta Çağ şehrinin tarihine, elimizdeki tartışmalı bilgilerle bir göz atalım: Buralarda her ne kadar Bronz ve Demir çağlarına kadar giden buluntulara rastlanmışsa da günümüze kalan eserlerin yapılması bundan yaklaşık bin yıl öncesine tarihlenmekte. Ermeni iki güçlü krallıktan birisi olan Bagratlılar bu toprakları aldıklarında, tarih 971 yılını göstermektedir. Bagrat Kralı III. Aşot, burayı krallığının başkenti yapmış ve şehri surlarla çevirmiş. Bu dönemde şehir hızla gelişmiş, hatta surlara sığamayarak dışına doğru yayılmaya başlamış. Yine aynı dönemde, tüccar kervanları için de önemli geçiş noktalarından birisi duruma gelen Ani’de, günümüzde ikiye ayrılmış olan ama ayakları hâlâ görülebilen İpekyolu Köprüsü’nün de yapılma sebebi bu olsa gerektir. Hızlı gelişmenin ardından Ermeni Patrikliği’nin de 992 yılında merkezini Ani’ye taşıdığı söylenmektedir. Bu nedenle de Ermeni Hıristiyanlar için Kâbe gibi olan bu harabelerdeki eserlerin hemen karşısına Taş Ocağı yapmış olmalarını anlamak mümkün değildir. 11. yüzyılda artan şehir nüfusuyla beraber ünü de artmış ve Ani, “Bin bir kiliseli şehir” olarak bilinmeye başlanmış. Dönem, Bizans İmparatorluğu’nun genişleme dönemidir ve Bagrat Krallığı’nın o dönemki hükümdarı Hovhannes, Bizans’ın gücünden korkarak, Bizans Hükümdarı Basil’i topraklarının varisi olarak açıklamış. Hovhannes’in ölümü ardından Bizanslılar tarafından ele geçirilen Ani, 11. yy.’ın ikinci yarısında Türk akınlarına sahne olmuş. 1064 yılında Selçuklu Türkleri tarafından ele geçirilen Ani’de daha önce de bahsettiğim gibi ilk Anadolu Camisi yapıldığı gibi Kervansaray gibi diğer Türk İslam eserleri yapılmıştır. Tüm bu gelişmelerin ardından, akınlarına devam eden Selçukluların, Ani’yi 12. yy.’a kadar yönetecek olan Şeddarlı Sülalesine sattığı söylenmektedir. 1200 yılında, Gürcü Kraliçesi Tamara tarafından kuşatılan ve ele geçirilen Ani’nin tarihinde yepyeni bir sayfa daha açılmaktadır. 1237 yılında Moğol istilasına uğrayana kadar da eski refahına tekrar kavuşacak ve yeni eserler yapılıp şehir olduğundan da ihtişamlı hâle getirilecektir. 1330 yılında ise Türkler yine sahneye çıkar ve bu defa Kara Koyunlular Ani’yi ele geçirirler. Şehrin Moğol istilasının ardından yiten önemi; önce ticaret yolunun burası yerine daha güneye aktarılması, daha sonra da halkın terk etmesi ve nihayetinde gerek Kara Koyunlar’ın başkenti Erivan’a taşıması gerekse Ermeni Patrikliği’nin merkezini taşımasıyla daha da belirginleşmiştir. Ani, 1579 yılındaysa Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçiyor; ama bir daha eski günlerine kavuşamadığı gibi, 19. yy’dan itibaren tek bir yaşam izi bile kalmıyor.


Yaşanan polemikler, inkârlar, kabuller çerçevesinde, ister istemez hâlâ elde edilen bilgilerin gerçekliğinden şüphe ediyor olsak da, aşağı yukarı yukarıda yazdığımız tarihi bilgiler üzerinde uzlaşma sağlanmış gibi gözüküyor.  İnsanın böyle durumlarda arkeolog olası geliyor. İçindeki şüphelerden arınmak, objektif bilgiye ulaştığına emin olmak bazen gerçekten çok zor oluyor. Ani Harabeleri pek çok milletin tarihini yansıtan ve topraklarımızda yer alan değerli bir hazine. Onu kollamak, korumak, araştırıp en doğru bilgileri sunmak bizim elimizde. Tarihin doğru şekilde yansıtılması, bugüne ışık tutması için vazgeçilmezdir. Bunun için arkeologlarımızın elbirliği ve tüm objektiflikleriyle Ani Harabeleri’ne daha çok ilgi göstermelerini ve tüm insanlığı aydınlatmalarını ummaktan,  sizi fotoğraflarla Ani Harabeleri’nin eşsiz güzelliğinde gezdirmekten ve “Mutlaka gidin!” demekten başka yapabileceğimiz bir şey kalmıyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder