16 Ağustos 2012 Perşembe

DOĞANIN VE İNSANIN YARATICI GÜCÜ: KAPADOKYA



Yol boyu sis, tipi, kar derken kuşkular doğuyor aklımızda: Doğru zaman mı şimdi Kapadokya? Her mevsim güzel derler bilenler; acaba bu kadar sert bir kışın altında da güzel midir ki hâlâ?


Kapadokya, bahar aylarında gördüğümüz yüzünü gizleyecek bu kesin ama kış yüzünü görmek değil miydi zaten isteğimiz? Nedense şimdi korkuyoruz peribacalarını, vadileri, açık hava müzelerini gezememekten, görememekten, hissedememekten…


Bu korkular eşliğinde girdiğimiz Ürgüp, bize bir gerçeği tüm açıklığıyla haykırıyor: Kapadokya gerçekten, her mevsim bir başka güzel… Kar, en az tüm ülkedeki kadar çok yağmış üzerine; soğuk, en az tüm ülkedeki kadar vurmuş buralara da damgasını. Ama öyle güzel bir resim çıkmış ki ortaya; başınızı hangi yöne çevirirseniz çevirin aynı tablonun farklı versiyonları içerisinde, bir galeri misali geziyor gibi hissedersiniz kendinizi.


Kapadokya…


Doğanın şairliği vurur üzerinize; bir kâğıt, bir kalemdir tüm isteğiniz. Rüzgârın, suyun, toprağın, tüm doğanın oyununa gelir şair kesilirsiniz, ressam olursunuz, bir müzisyen gibi nameler dolanmaya başlar aklınızda. Yalnızlığınızla baş başa olmak, bunun keyfini paylaşmak istersiniz peribacalarına, vadilere bakarken. Kimi zaman sevgilisiz olmaz dersiniz, kimi zaman kimse olmadan seversiniz. Yaşadığımız şehirlerden, kasabalardan, aslında bu dünyanın gerçekliğinden çok ötede bambaşka bir hayat sunar gizliden gizliye. İçine çeker, kuşatır, kollar; sıcacık bir türkü söyler ta insanlığın doğuşundan gelen…


Bundan 25 milyon yıl önceye dayanır hikâye… Bilirsiniz güzel şeylerin yaratılması da, elde edilmesi de zordur. 25 milyon yıllık bir hikâyedir Kapadokya, en güzel hikâye olduğunu vurgularcasına…  


Önce sertleşmiş durumdaki yer kabuğunda derin kırıklar başlar. Ardından bu kırıklardan çıkan lavlarla ilk fırça darbesi atılır; Erciyes, Hasan Dağı, Melendizler art arda volkanik koniler olarak ortaya çıkarlar. Onların yetmediği yerlerde yeni koniler oluşur ve hep birlikte püskürürler tüm yöreye. Ön çalışmadır yaptıkları; ilk boya, ilk sözcükler, ilk nota… Ardından rüzgâr ve yağmur girer devreye; aşındırır dururlar her yeri. İşte böylece ortaya çıkar Kapadokya, tüm görkemiyle, doğallığıyla, farklılığıyla…


Hititler, Frigler, Medler, Persler, Romalılar, Selçuklular, Osmanlılar derken insan eli de doğa gibi kusursuz ürünler bırakır buralara. Kültür kokar buram buram doğanın ürünü üzerinde. Her attığınız adımda, kafanızı her çevirdiğiniz yerde yeni bir kültür hazinesi kucaklar sizi. Yorgun düşer, sarhoş olursunuz daha bir kadeh bile şarabından içmemişken…



GAYRET, DİRENÇ, İRADE VE EMEĞİN SEMBOLÜ


Doğanın ve insanın tüm yaratıcılıklarını birleştirerek bizlere armağan ettiği Kapadokya günümüzde; Nevşehir, Ürgüp, Göreme, Ortahisar, Uçhisar, Çavuşin, Avanos, Zelve gibi yöre içerisinde yer alan birçok ilçe, kasaba ve köyü kapsamaktadır. Bu yüzdendir ki bir iki günde gezerek bitirilemeyecek kadar geniş bir bölgedir.


Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi çok uzun yıllara yayılan geçmişi sayesinde pek çok kültür hazinesini içinde barındırmakta, bu hazineler; sabrın, isteğin, inancın sembolü olarak dimdik ayakta durmaktadırlar.


Peribacaları ve konik oluşumların lavlardan meydana gelmiş olmasından kaynaklanan yumuşak doku neticesinde, insanlar el emeği kaya evlerini yaparken zorlanmamışlar; kendilerine ihtiyaçları olan her şeyi doğanın bütünselliği içerisinde yaratmayı başarabilmişlerdir. Burada her tarafınızı saran bu kaya oluşumuna sadece kaya olarak bakamamanızın temel nedeni de bu olsa gerektir. Her kayanın üzerinde bir pencere, bir sütun, bir kakma görmek mümkündür. İnsanın yapmadığını da doğa yapmış, kayalardan heykeller oluşturarak sizin hayal gücünüze bırakmıştır yorumu. İster bir deve, ister bir fok balığı, ister bir Meryem Ana görürsünüz kayaların yapısında.  


Önce Ürgüp Kayakapı’ya düşüyor yolumuz. 1985 yılında UNESCO tarafından “Dünya Mirası” içerisine dâhil edilen “Göreme Milli Parkı ve Kapadokya Kayalıkları” kapsamı içerisinde yer alan Kayakapı, Ürgüp Belediyesinin takdire şâyan çabası sayesinde oluşturulan bir proje kapsamında yenileniyor. Bu yenilenmenin içeriğine baktığımızda, kültüre değer veren belediyeler de varmış diyerek zevkten dört köşe oluyoruz. Öyle üstün körü, değerini kaybetmesine yol açan bir restorasyon çalışması değil yapılan. Tarihi yerleşimin, sürdürülebilirlik ilkesi doğrultusunda yeniden canlandırılmasını amaç edinen bu proje kapsamında Kayakapı Mahallesinin, üzerindeki yapılar ile yakın çevrelerini oluşturan doğal alanlar dâhil olmak üzere içerdiği tüm değerlerle birlikte bir “çevre mirası” olarak korunması ve turizm ağırlıklı çağdaş kullanılması hedefleniyor. Proje şimdilerde temizlik çalışmaları ile devam ediyor. Proje tamamlandığında yine aynı mutluluğu duyma temennisiyle yola koyuluyoruz. Sağlı sollu kaya evler, camiler, çeşmeler, hamamlarla Selçuklu izleri hâkimiyet sürüyor Kayakapı üzerinde.


400’ün üzerinde anıtsal ve sivil binanın yer aldığı bu tarihi mahalle içinde gezerken Esat Ağa Konağı önünde duruveriyoruz. Bizi durduran sadece taş konağın görkeminin etkisi değil. Görkeminin dışında, çeşitli efsanelere konu olmuş olması da frenlere son hızla basmamıza neden oluyor. Köle olarak Kayakapı’ya getirilen Yuanis, mucizeleri sayesinde Aziz Yuanis olarak nitelendirilmiş ve hem Ortodoks Hıristiyanların hem de Müslümanların tanıdığı ve saygı duyduğu bir kişi haline gelmiş. Köle olarak geldiği bu Esat Ağa konağında yaşamış, çalışmış ve vefat etmiştir. 1924 yılındaki mübadelede Rumlar tarafından cesedi Yunanistan’a götürülmüşse de yaşadığı bu yer, önemini korumakta ve ilgileri üzerine toplamaya devam etmektedir.


Kayakapı’nın ardından, bölgenin en değerli üretimi olan şarabın Türkiye ölçeğinde önemli bir yeri olan Turasan mahzenini ziyaret ediyoruz. Hem biraz nefes almak hem de içmeden sarhoş olmuş bedenimize bir iki yudum şarap vererek şaşkınlığını azaltmak için. Yüzyıllardır devam eden bir faaliyet olan bağcılık günümüzde de önemini koruyor ve Turasan, Kapadokya’nın bu değerli tarımsal faaliyetini tüm ülkeye ilan etmek istercesine çıkardığı nefis şaraplarıyla yıllardır Ürgüp’teki çalışmalarını sürdürüyor. Tüm şaraplardan bir iki yudum tadıp bir de üstüne mahzende turlayarak üretimin detaylarını öğreniyoruz. Meraklıları için söyleyelim; bu turlar, gezmek isteyen herkese açık.


Bağcılığın tüm yöredeki değerinin yüzyıllardan beri devam etmekte olduğunun en açık kanıtı ise kayalar üzerine oyulmuş evlerin yanında her daim birçok güvercin yuvasının da oyulmuş olması. Güvercin gübresi, toprağın verimini arttırdığından, güvercinler yörede ayrı bir öneme sahip.



Artık sırada Göreme Açık Hava Müzesi var. Göreme de tarihi kent yapısı bozulmamış haliyle çekiciliğini korurken; Açık Hava Müzesi, girişinden itibaren emeğin, iradenin ve inancın gücüne bir kez daha şapka çıkarmanızı sağlıyor. Bölge içerisinde 400’den fazla kilise olduğunu ve Hıristiyanlığın ana yayılış bölgelerinden birisi olduğunu biliyoruz ama bu derece dip dibe kaya kiliseyi bir arada görünce insan şaşkınlığını gizleyemiyor. Misyoner yetiştirme amacıyla kurulmuş olan bu kiliselerin en önemlileri arasında; Tokalı Kilise, Çarıklı Kilise, Karanlık Kilise, Meryem Ana Kilisesi, Elmalı Kilise, Yılanlı Kilise, Barbara Kilisesi geliyor. Vadi boyunca yayılmış bu kiliselerin hepsini gezmek için en az bir gününüzü ayırmanız gerekiyor. Vadi geniş ve yokuş; her taşa, her attığınız adıma dikkat kesilip yeni bir detay yakalama fırsatına sahip olduğunuzdan, bir gününüzü gözden çıkarmanız şart. Ama en azından tüm müzeyi gezip gün batımını eşsiz bir manzaraya karşı izleme fırsatına da sahipsiniz. Çünkü en güzel gün batımı manzaralarını izleme noktaları buraya oldukça yakın.


Kiliseler arasındaki yolculuğumuz Karanlık Kilise’de devam ediyor. Karanlık Kilise özel giriş parası ile ziyaret edilebilen; çünkü bozulmamış birçok freske sahip ender kiliselerden birisi. Adı üzerinde, iç mekânın karanlık olmasının etkisi de bu bozulmamışlığı sağlayan etmenlerden birisi. Duvarlar üzerine kırmızı yoğun bir renkle işlenmiş olan resimleri izlerken İncil’in sayfaları arasında dolaştığınızı hissedeceksiniz. Fresklerle, İncil’deki olaylar bir bir tasvir edilmiş burada. Tıpkı Karanlık Kilise gibi Tokalı Kilise’de diğerlerine oranla daha çok ilgi çeken çünkü görkemi ve içerdiği fresklerle diğerlerinden ayrışan bir yapıya sahip. Burası iki farklı döneme ait freskleri barındıran ve diğerlerine nazaran çok daha büyük bir kilise. Tonozlu yapısı ve yüksek tavanlarına rağmen nasıl bir azimse, yine koruma altına alınmadan önce bazı kendini bilmezlerin saldırılarına hedef olmuş freskler. Tabii mekânın büyüklüğü yer alan tasvirlerdeki zenginliği de beraberinde getirmiş. Ortam birbiri ardında gelen fresklerle orijinal bir resim galerisi kıvamına gelmiş. Bunca kilisenin hepsini anlatmak mümkün olmasa da Göreme’deki en ilgi çekici kiliselerden birisi de Yılanlı Kilise. Adını, St. George ve St. Theodor’un yılanla mücadelesini anlatan bir freskten alan kilisede ayrıca Tanrı’ya yakararak yarı erkek yarı kadın olan Onouprios’un bir tasviri de bulunuyor. Son olarak 11.yy.’a ait Barbara Kilisesi de diğerlerinden farklılığı ile anlatılmaya değer. Burada yer alan tüm resim ve figürler kaya üzerine aşı boyası ile yapılmış. Geometrik motifler, mitolojik hayvanlar ve çeşitli sembollerle bezeli bu kilise de hayranlık uyandıran bir yapıya sahip.




Yüzyıllar öncesine yaptığımız yolculuğa daha büyük bir gizem katmak için bu defa Kaymaklı Yeraltı Şehrine doğru yol alıyoruz. Bölge içerisinde 36 yeraltı şehrinin varlığından söz edilmekte ve bunların, henüz ortaya çıkarılamamış olsa da hepsinin birbiriyle bağlantısı olduğu belirtilmekte. Biz yeraltı şehirleri arasında en çok katı açılmış olan Derinkuyu Yeraltı Şehri’ni gezmek yerine, kendimize daha fazla eziyet etmemek için dört katlı Kaymaklı Yeraltı Şehri’ni gezmeyi tercih ediyoruz. Eziyet diyorum çünkü bu yeraltı şehirlerinin geçiş koridorları 1.50’lik insanlara göre yapılmış gibi kısacık olduğundan, eğile büküle yürümek bazen tam bir eziyete dönüşebiliyor; hele de koridor uzunsa… 


Daha önce de bahsettiğimiz gibi Hıristiyanlığın ana yayılış noktalarından birisi olan Kapadokya Bölgesi’nde, açık hava müzelerinde pek çok kiliseyi gezebilirsiniz. Ancak dönem dönem, gerek putperestlerin gerekse Selçukluların saldırısına uğrayan yöre insanlarının, dinlerini yaymaya devam etmek ve kendilerini korumak için yeraltı şehirlerini yapmaları, hem de bunu akıl almaz bir şekilde yapmaları, inancın insana neler yaptırabileceğinin bir kanıtı. Yapılan incelemeler ve değerlendirmeler neticesinde bu yeraltı şehirlerinin inşa edilebilmesi için ilk olarak hava bacalarının yapıldığı düşünülüyor. Kaç binlerce insanın bu şehirlerin yapımında çalıştığı ve yapımın ne kadar sürdüğü ise henüz belli değil. Toprağın kazılmaya ve kazıldıktan sonra sertleşmeye müsait yapısı ise bu insanların çalışmalarındaki en büyük yardımcısı olmuş. Ahırından mutfağına, yatak odalarından depolara, şaraphanelere kadar her türlü ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri odaları, mekânları yaratmışlar. Bu arada, burayı gezenler arasında, koridorların alçak olmasını, o dönemde yaşayan insanların kısa olmasına yoranlar çoğunluktadır. Aslında o dönem insanlarının günümüz insanlarından daha yüksek bir boy ortalamasına sahip olduğu gerçeği bilim çevreleri tarafından açıklandığına göre, buradaki koridorların alçak yapısının, bir saldırı için gelenlerin savunma yapamayacak bir pozisyonda kalmaları için tasarlandığı düşünülmektedir.


Bu şehirleri gezmeden, bir inancın, bir düşüncenin ne kadar zor şartlar altında bile savunulabileceğini, ona sahip çıkılabileceğini anlamanız mümkün değil. Sadece bir dinin savunması olarak bakmamak lazım; bir inancın, bir düşüncenin gerçekten bağlılıkla, hırsla, tüm dirençle savunulmasının insana nasıl bir ilahi kuvvet verdiğinin kanıtı bu şehirler.


Kapadokya bölgesine gelip de Paşabağları’na uğramadan gitmek olmaz diyerek Göreme-Avanos istikametine doğru yol alıyoruz. Paşabağları, yöre içerisinde en yüksek ve çok başlı peribacalarının yer aldığı bölge. Buradaki peribacaları arasında gezerken o incecik hattın o koca kayayı nasıl taşıdığını düşünüp düşünüp bir cevap bulamazsınız kendinize. İnanılmaz bir sanat eseridir doğa tarafından yaratılmış. Bu peribacalarından üç başlı olan içerisinde iki oda yer almaktadır ki bu da gezenlere açıktır. Burası, 5.yy’da yaşamış olan Aziz Simeon adında bir keşiş tarafından inziva hücresi olarak kullanılmış.



Hazır yakınlardayken Avanos’a uzanıyoruz Paşabağları’ndan çıkar çıkmaz. Avanos, bölgenin karakteristik özelliği olan peribacaları ve kaya evlerinin ötesinde bir başka anlam ifade ediyor. Burası dört bin yıldır devam eden bir geleneğin, çömlekçilik yapımının devam ettiği, Kızılırmak kıyısında yer alan ayrıcalıklı bir yer. Burada yer alan tüm çömlek atölyelerinde gezmeye gelen misafirlerin kendi çömleklerini yaparak eğlenebilecekleri tezgâhlar mevcut. Tabii ki bunları yaparken size yol gösteren ustalar da yanınızda oluyor. Biz gezdiğimiz atölyeler içerisinde size en çok Hacı Dede Çanakçılığı öneriyoruz. Bunun başlıca nedeni Usta Şaban Topuz. İnanılmaz sempatik tavırları ve şov adamı gibi hikâyeleri ile sizi sürekli güldürmesi, yaptığınız çömleklerin dışında keyif alabileceğiniz önemli bir detay. Çömlekçiliğin tarihini öğrenip, zar zor da olsa çömleklerimizi yapıp, közde pişmiş lezzetli patateslerimizi demli çaylarımız eşliğinde yedikten ve bol bol güldükten sonra ayrılıyoruz Avanos’tan.


Bu arada tarih ve doğa ile sarıp sarmalanmış olduğumuzdan bahsetmeyi unutmamamız gereken yöreye özgü özelliklerden birisi de gece hayatı sevenler için hazırlanmış özel mekânlar. Bunlar da elbette yörenin özel dokusu olan kayalar içerisine oyulmuş olan mekânlar. Yemek yemek ve şarap içmek dışında tüm bu restoranlarda gece boyunca süren ilginç Türk gecelerini izlemek de sadece Kapadokya’da alabileceğiniz bir tat. Mistik ortam, lezzetli yiyecekler, yöre üzümlerinden yapılan şaraplara dansözler, folklor ekipleri ve daha pek çok aktivite eşlik ediyor. Bu tür restoranların ana merkezi ise Ürgüp. Turistik anlamda aradığınız her türlü fırsatı sunan Ürgüp’te Alex Karakulakyan’ın özenle hazırladığı Prokopi Restoran ve Kulüp’e de uğramadan ayrılmamanızı tavsiye edebilirim. Özellikle şömine başında, kaliteli müzik dinlemek istiyorsanız burası bulunmaz Hint kumaşı olacaktır.


Gece hayatından sıyrılıp tekrar doğaya dönüş yaparak Uçhisar’a gidiyoruz bu defa. Uçhisar, kayadan oyma kalesi ve kaya ev pansiyonları ile Kapadokya’nın özgün mekânlarından birisi. Kale önünde önce irkilerek duruyoruz. Ne kadar yüksek olduğunu görünce, bunca gezmeye burayı da çıkabilecek miyiz diye düşünsek de yavaş yavaş girişine doğru ilerliyoruz. Kaleye onlarca merdiveni aşıp da vardığımızda ise büyüleyici bir manzara ayaklarımızın altına seriliveriyor. Tüm Göreme Vadisi’ni bir arada görmek, en az içinde dolaşmak kadar etkileyici. Buradaki kaya ev pansiyonlarının aynı manzaraya sahip olması ve iç mekânların tasarımlarındaki etkileyicilik de turistleri Uçhisar’a çeken özellikler arasında.


Artık dönüş vakti; bir rüyadan daha uyanma vakti… Kar yüzünden gezilememiş vadiler, zaman azlığı nedeniyle görülememiş daha pek çok yer varken dönüş vakti… Yine geleceğim Kapadokya, her geldiğimde beni bir başka şekilde büyülediğin, bir başka güzelliğinle sarıp sarmaladığın, sarhoş ettiğin, kendine âşık ettiğin için yine geleceğim…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder