Hiçbir sınır böylesine nakış gibi dokunmamıştır. Hiçbir
sınır, tarihin kokusunu böylesine sarıp sarmalayıp, dünden bugüne yaşam dersi
vermek istercesine göz kamaştırmaya çalışmamıştır. Aynı zamanda, hiçbir sınır
bu kadar çok polemiğin konusu olup insanların kafasını karıştırmamıştır. Kars’ın
45 km .
uzağında yer alan ve Ermenistan’a sınır olan Ani Harabeleri, işte tam da böyle
bir sınır çizgisidir. Arpaçay Nehri’nin coşkun akışına aldırmaksızın ondan daha
büyük ihtişam sunan Ani Harabeleri, pek çok tarihi bilgiyi içinde
barındırmaktadır. Sanki tarih sayfalarının içinde dolaşırsınız her attığınız
adımda. Zaten tarih kitaplarını karıştırdığınızda, buraya dair bilgilerde
birbirinden farklı açıklamalara rastlayabilir, kafanızı karıştırabilirsiniz;
iyisi mi siz siz olun, gezin, görün kendiniz karar verin. Bir yanınızda Kral
III. Aşot’un yaptırdığı eserler, diğer yanınızda Selçukluların Anadolu’da ilk
aldıkları toprak olması nedeniyle ilk yaptıkları caminin kalıntıları, öte
yanınızda Gürcü kaleleri ve daha niceleri…
Ermeni, Selçuklu, Gürcü, Bizans eserleri iç içe geçmiş, bir
bütün olmuş, öylece, yıllara meydan okurcasına ayakta durmayı bilmiştir tüm
görkemleriyle. Tüy gibi bulutlara hükmeden masmavi gökyüzünün sunduğu ışıkla,
önünüze çıkan her taşın altını üstünü kurcalayasınız, kimlerden kalmış, daha
önce kimler dokunmuş bunlara diye inceleyesiniz gelir. Ülkemizin her yanına
yayılmış olan tarih hazinelerinden birisidir üzerinde gezdiğimiz. Herkesin
mutlaka görmesi, mutlaka gezmesi gereken bir yerdir Ani Harabeleri. Harabelerin
hemen yanında yer alan Ocak Köyü çobanları dertlidir yalnız; çünkü inekleri ve
koyunları sınır tanımaksızın karşı tarafa geçmekte; onlara da sabredip geri
döner mi acaba diye beklemek düşmektedir. Karşılaştığımız Çoban Ahmet de bir
yandan gülmekte, diğer yandan tüm araziyi gözden geçirip Sarı Kız’ı
aramaktadır. Bir yandan bize laf yetiştirme derdiyle: “Bu hep böyle yapıyor
zaten. Ne yapayım kaç defa geri geldi, yine gelir. Danası var emzireceği; gelir
mutlaka…” diye sözlerine başlayıp, bildiği yarım yamalak bilgilerle, bize neyin
ne olduğunu kaç yılında yapıldığını anlatmaya çalışıyor. Diğer yandan da komşu
ülkenin taş ocağından dert yanıyor; sürekli deprem yaşıyor olduklarını,
eserlerin pek çoğunun bu nedenle tahrip olduğunu söylüyor. Sonra da biraz
bakınayım ben şu sarı kıza deyip gidiyor. Bizse fotoğrafını çektiğimiz tarihi
içimize çekiyoruz aynı zamanda.
Bu volkanik tüf tabakası üzerine kurulmuş olan Orta Çağ
şehrinin tarihine, elimizdeki tartışmalı bilgilerle bir göz atalım: Buralarda
her ne kadar Bronz ve Demir çağlarına kadar giden buluntulara rastlanmışsa da
günümüze kalan eserlerin yapılması bundan yaklaşık bin yıl öncesine
tarihlenmekte. Ermeni iki güçlü krallıktan birisi olan Bagratlılar bu
toprakları aldıklarında, tarih 971 yılını göstermektedir. Bagrat Kralı III.
Aşot, burayı krallığının başkenti yapmış ve şehri surlarla çevirmiş. Bu dönemde
şehir hızla gelişmiş, hatta surlara sığamayarak dışına doğru yayılmaya
başlamış. Yine aynı dönemde, tüccar kervanları için de önemli geçiş
noktalarından birisi duruma gelen Ani’de, günümüzde ikiye ayrılmış olan ama
ayakları hâlâ görülebilen İpekyolu Köprüsü’nün de yapılma sebebi bu olsa
gerektir. Hızlı gelişmenin ardından Ermeni Patrikliği’nin de 992 yılında
merkezini Ani’ye taşıdığı söylenmektedir. Bu nedenle de Ermeni Hıristiyanlar
için Kâbe gibi olan bu harabelerdeki eserlerin hemen karşısına Taş Ocağı yapmış
olmalarını anlamak mümkün değildir. 11. yüzyılda artan şehir nüfusuyla beraber
ünü de artmış ve Ani, “Bin bir kiliseli şehir” olarak bilinmeye başlanmış. Dönem,
Bizans İmparatorluğu’nun genişleme dönemidir ve Bagrat Krallığı’nın o dönemki
hükümdarı Hovhannes, Bizans’ın gücünden korkarak, Bizans Hükümdarı Basil’i
topraklarının varisi olarak açıklamış. Hovhannes’in ölümü ardından Bizanslılar
tarafından ele geçirilen Ani, 11. yy.’ın ikinci yarısında Türk akınlarına sahne
olmuş. 1064 yılında Selçuklu Türkleri tarafından ele geçirilen Ani’de daha önce
de bahsettiğim gibi ilk Anadolu Camisi yapıldığı gibi Kervansaray gibi diğer
Türk İslam eserleri yapılmıştır. Tüm bu gelişmelerin ardından, akınlarına devam
eden Selçukluların, Ani’yi 12. yy.’a kadar yönetecek olan Şeddarlı Sülalesine
sattığı söylenmektedir. 1200 yılında, Gürcü Kraliçesi Tamara tarafından
kuşatılan ve ele geçirilen Ani’nin tarihinde yepyeni bir sayfa daha
açılmaktadır. 1237 yılında Moğol istilasına uğrayana kadar da eski refahına tekrar
kavuşacak ve yeni eserler yapılıp şehir olduğundan da ihtişamlı hâle
getirilecektir. 1330 yılında ise Türkler yine sahneye çıkar ve bu defa Kara
Koyunlular Ani’yi ele geçirirler. Şehrin Moğol istilasının ardından yiten
önemi; önce ticaret yolunun burası yerine daha güneye aktarılması, daha sonra
da halkın terk etmesi ve nihayetinde gerek Kara Koyunlar’ın başkenti Erivan’a
taşıması gerekse Ermeni Patrikliği’nin merkezini taşımasıyla daha da
belirginleşmiştir. Ani, 1579 yılındaysa Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçiyor;
ama bir daha eski günlerine kavuşamadığı gibi, 19. yy’dan itibaren tek bir
yaşam izi bile kalmıyor.
Yaşanan polemikler, inkârlar, kabuller çerçevesinde, ister
istemez hâlâ elde edilen bilgilerin gerçekliğinden şüphe ediyor olsak da, aşağı
yukarı yukarıda yazdığımız tarihi bilgiler üzerinde uzlaşma sağlanmış gibi
gözüküyor. İnsanın böyle durumlarda arkeolog
olası geliyor. İçindeki şüphelerden arınmak, objektif bilgiye ulaştığına emin
olmak bazen gerçekten çok zor oluyor. Ani Harabeleri pek çok milletin tarihini
yansıtan ve topraklarımızda yer alan değerli bir hazine. Onu kollamak, korumak,
araştırıp en doğru bilgileri sunmak bizim elimizde. Tarihin doğru şekilde
yansıtılması, bugüne ışık tutması için vazgeçilmezdir. Bunun için arkeologlarımızın
elbirliği ve tüm objektiflikleriyle Ani Harabeleri’ne daha çok ilgi
göstermelerini ve tüm insanlığı aydınlatmalarını ummaktan, sizi fotoğraflarla Ani Harabeleri’nin eşsiz
güzelliğinde gezdirmekten ve “Mutlaka gidin!” demekten başka yapabileceğimiz bir
şey kalmıyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder